FORUM KONUK DEFTERI MOVIE FLASH KLIPLER Lazca Dil Kursu KÖPRÜLER KAVUŞTURURDU BİZİ / Hanife Gültekin / Tkvani Nçarelepe ( Lazuri.Com )

KÖPRÜLER KAVUŞTURURDU BİZİ

XincepeKöprüler vardı; bir ucunda oturulup özlenenlerin beklendiği. Köprüler vardı; bir zamanlar kalabalıkların geçip gittiği. Üzerinde taşlarını taşıdığı dereye aşık köprüler vardı... Evleri yollara, yolları şehirlere bağlayan, şehirlerden dönmeyenleri, umutsuzca ve özlemle bekleyenlerin üzerinde gidip geldikleri köprüler vardı. Köprüler vardı; zamana karşı yorgun düşen, bir kolu diğer kolundan uzak ama kavuşturan insanları.

Yaz ayları kavuşma aylarıydı tüm gurbet yorgunları için. Gurbettekileri bekleyenlerin de yürek yorgunlukları bu aylarda biraz da olsa geçer giderdi. Ama ayrılacakları günler yaklaştıkça evi yine aynı hüzün sarardı ağırdan ağırdan. Torunlar, yeğenler uzun bekleyişin ardından baba ocağına döndüklerinde her yer nasılda şenlenirdi. Hele torunların sesleri fındık dallarında şakıyan kuşlardan daha bir tatlı gelirdi kulaklara. Mezarlara gidilip dualar edildikten sonra, torunlar kendilerince yeni çiçekler ekerlerdi sonsuzluğa karışmış büyüklerinin üzerlerine.

Bir yandan yemek telaşı başlardı, üzeri fırından henüz çıkmış mısır ekmekli dudeği gelirdi önce sarğayla. Özlenilen tüm memleket yemekleri sırayla siniye taşınır, en sona baklava ve Laz böreği kalırdı. Mutfak erimiş tereyağı ve henüz kaynamış süt sokardı, kuzinenin üstünde fokurdayan çaydanlıktan demin kokusu öyle bir yayılırdı ki etrafa, gurbette içtiğimiz çay sanki aynı çay değilmiş gibi gelirdi insana.

Civardaki bütün akrabalar ve komşularla canlanırdı ev bir anda. Avlu çocuk sesleriyle dolar, sesler karşı yamaçlarda yankılanırdı. Sohbetler koyulaşır, iki lafın arasında “ emekliliğine çok var mı? ” diye sorulurdu evin oğluna. Gece biraz geç yatılır dertleşilirdi. Sabah erkenden

Nandidi ” ile (babaanne) kalkardı çocuklar, ilk iş ahırda süt sağmak. Bakracı eve taşımak bile ayrı bir heyecan verirdi. “ Nandidi ” sütü hemen kaynatır ve içirirdi torunlarına.

Armutlar toplanır, pekmez kaynatılır, kümeler yapılır, mısırlar değirmenlere götürülüp öğütülür, biriktirilen sütlerle minci, peynir, tereyağı yapılırdı. Ufaktan ufaktan bir dönüş hazırlığı da yapılmaya başlanırdı bu kısıtlı zamanlarda. Yine akraba ve komşuların gençleri düğünlerini genelde bu tarihlerde yaparlardı ki; uzaktaki eş dost ve akrabalarda bu davetlere katılsınlar. Topu topu bir aylık süre zarfında en azından üç veya dört düğün süslerdi tatilleri. Bazen çay hasadı tam bitmemiş olur ve çay toplamaya da yardım edilirdi. Çaylar alım yerlerine taşınır, böylece işler daha bir kolaylaşırdı hep beraber.

Zaman onca şeye rağmen öyle bir hızla gelip geçerdi ki, bavullar toplanırken insana sanki daha dün gelinmiş gibi geliverirdi. Evde bir sessizlik hüküm sürerdi dönme zamanı yaklaştığında. Bir ayrılık daha yakacaktır yeniden yürekleri. Öncekinin acısı kapanmadan. “ Nandidi ” çocukları ilk geldikleri günkü gibi öper koklar. Arada bir yaşlılığından mütevellit çok gürültü yapan torunlarına “ sukut olunuz ” dediyse de artık uzun bir süre demez olur ve olacaktır. Hatta son gece yanlarında yatırırken daha bir sıkı sarılır torunlarına.

Akşam yine ev kalabalıktır çünkü ertesi gün yola çıkacaklarla son veda sohbetleri yapılır. Sabah her zamankinden erken olmuş gibi gelir. Vakit ayrılık vaktidir yeniden. Hava epeyi bir kapalıdır, yağmur yüklüdür bulutlar, gözler dolu doludur başlar öne eğik, biraz başını kaldırsan gözyaşlarına boğulacakmışsın gibi gelir. Boğazlar düğümlenir. Son sarılışlarda bir bakarsın ki tek gözleri dolan sen değilsin kırılgan çocukluğunla. Koskoca baba ve annenin bile gözleri dolmuş. “ Nandidi ”nin elindeki mendil yetmemiş, uzun yazmasının ucuyla siliyor gözlerini. Ağlanır hep beraber, gözyaşları yağmurlara karışır. Yağmur dereye taşır, dere denize, o denizden ve derelerden tekrar yağmur olur yağar sevdiklerimizin üzerine...

Tüm sevdiğimiz kuşlar hüzünlüdür o gün, dağlar, ağaçlar, üstünden olta salıp balık tuttuğumuz köprü bile... Taşlarının arasından uzayıp giden otlara, bir zamanlar coşarcasına akan suyun azalmasına aldırmadan, zamanın gerisinden öylece bakar ve artık sadece hüzünlü bir motiftir köprü. Köprüler bir adımda sevdiklerimize, özlediklerimize kavuştururdu kavuşturmasına da ayrılıklarında kapı eşiğinden sonraki ikinci ayağı olurlardı hep. Uğurlananların ardından, adımlar ağırlaşırdı eve dönene dek. Yüreklerde garip bir burukluk, evlerde bir boşluk olurdu. Sevilenlerin tekrar döneceklerini bilmek avundururdu belki ama zaman dururdu bir an. Ya dönmezlerse?

Nandidi ” köprünün üstünde sevdiklerine sarılıp uğurlarken, bir ölünün ardından ağlarcasına ağıt yaktı;

“Anderi na naşkvit xam yerepe.... Muço doşkumet do idomt pukurepeçkimi...

Oxorişi kola tankiyen... Xasi ma som yerişe bidare? Guriçkimi domçuns oyi oy.. Xa hinciz konayi, ğalig ezdasti mendoğas tickmi...

Ma naşkumet do idomot anderi gurbetişa oyi, oy...”

Ander bıraktınız buraları... Nasıl bırakıp gidiyorsunuz çiçeklerim benim...

Evin anahtarı sizindir... Şimdi ben nerelere gideyim? Yüreğim yanıyor oy... Şu köprünün üstündeyken dere alsa gitse beni...

Bırakıp da gidiyorsunuz beni, ander kalasıca gurbete oyi oy...

Ve köprüden geçip gittiler. Köprünün üstünde duranlara son bir kez daha bakılarak, hayal ile gerçek arası kalana dek köprü ve üzerindekiler, sularla sesler, ağıtlar bir birine karıştı. Tüm bunlar olurken derenin suları çoktan denize kavuşmuştu bile. İşte bu köprüler derenin ayırdığını birleştirendi. Kavuşturduğu gibi insanları ayırırdı da... Bunda köprünün bir suçu yoktu aslında...

 

Hanife Gültekin

   

 
Copyright © 2002-2024 Lazuri.Com | Telif Hakları saklıdır.