ÜSTÜMÜZDEN GEÇTİ BULUT
Hiroşima'dan Çernobil'e (2)
Kutsiye BOZOKLAR
VE TÜRKİYE:
ACAYİPLEŞTİ HAVALAR
Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu (TAEK) Başkanı Okay Çakıroğlu, Haziran ayı
içinde TAEK’in 1999-2003 arasındaki hesaplarını görüşen
Meclis KİT Komisyonu’nda şöyle konuşmuş: “Çernobil’le
ilgili bütün verileri bilim adamlarının hizmetine sunmak için yapılan
çalışmaların son aşamasına gelindi. 200 bin sayfalık
arşivler, elektronik ortama taşındı. Facianın ardından
özellikle radyasyonun yoğun olduğu bölgelerde yapılan ölçümlerde,
hiçbir vatandaşın vücudunda radyoaktif kalıntıya
rastlanmadı. Müracaat eden herkesin genetik bilgisine bakılmış.
Kansere neden olacak herhangi bir genetik bozulmaya rastlanmamış.
Ancak radyasyonun görüldüğü bölgelerde, sosyal travma oluşuyor.
Konuyu bir kez daha tartışıp, Karadeniz’deki insanları
rahatlatmamız lazım”. Çernobil’den 18 ülkenin etkilendiğini
belirten Çakıroğlu, “En fazla Ukrayna, İsveç ve Finlandiya
etkilendi. Potansiyel zarar görme açısından Türkiye 16’ıncı
sırada. Bu bakımdan ülkemiz çok talihli” demiş.
Çakıroğlu’nun
konuşması Çernobil sonrası Türkiye’de yöneticilerin aldığı
tavrın tipik bir örneği. Kurumun konuyla ilgili yaptığı
bütün açıklamalar gerekli önlemlerin alındığı ve
endişe edilecek bir durum olmadığı yönündedir. Yapılan
resmi açıklamalarda Trakya bölgesinin kazadan bir hafta sonra 3 Mayıs
1986 tarihindeki sağanak yağmur nedeniyle radyasyondan etkilendiği
kabul edilmektedir. 3 Mayıs Cumartesi günü kontamine (bulaşmış)
hava kitlesi, Avrupa’nın büyük kısmı ile Bulgaristan ve
Yunanistan üzerinden Türkiye’ye girmiştir. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin
etkilenmesinin ise 7-9 Mayıs tarihlerinde olduğu söylenmektedir. O
tarihlerde Kırım Yarımadası üzerinden sürüklenen bulaşmış
hava kütlesi Türkiye’nin Kuzey ve Doğu kıyılarına ulaşmıştır.
Ancak yine resmi açıklamalarda,; “30 Nisan 1986 günü radyasyon düzeylerinde
yükselmeler olduğu” kabul edilmektedir. Bu durum üzerine ülke çapında
radyasyon ölçüm programı başlatıldığı öne sürülmektedir.
İddiaya göre;
temel gıda maddeleri olan et, süt ve mamulleri, sebze ve meyveler,
baharatlar denetim altına alınmıştır. İthal
olanlar dahil besin maddelerinde radyasyon kontrolleri yapılmıştır.
Radyasyondan etkilenen bölgelerde süt hariç tüm gıdaların AET
limitlerinin altında radyoaktivite ihtiva ettiği saptanmış,
iyot-131 ile kontamine (bulaşmış) sütler ise tüm Avrupa’da
olduğu gibi peynir yapılarak iyot-131 tamamen yok oluncaya kadar
bekletilmiştir. (iyot-131’in yarı ömrü sekiz gündür). Mera
hayvanlarının taze otla beslenmesi engellenerek, saman, suni yem gibi
gıdalarla beslenmeleri sağlanmıştır. Yanlıca az
bir miktar fındıkta sınırların aşıldığı
görülmüş, ülkelerin radyoaktivite standartları gözlenerek fındıklar
ihraç edilmiştir. Çayda ise insan sağlığına zarar
vermeyecek limit tespit edilerek çaylar paketlenmiş, 12.500
bekerel/kilogramlık limiti aşan çaylar çay kurumuna ait depolarda
denetim ve muhafaza altına alınmıştır. Bu miktar 58.000ton civarındadır. Denildiğine göre; 1989 yılından
itibaren fındık, sebze ve meyve, et ve deniz ürünlerinde radyasyon
doğal düzeyde görülmektedir. Kişilerin aldığı
radyasyon miktarı ise zaten doğal düzeydedir.
Devletin çizdiği
tablo böyledir. Ve aslında durumu hafifletmeye çalışan bu açıklamalar
gerçeği gizleyememektedir. “ 30 Nisan itibariyle radyoaktivite düzeyinin
yükselmeye başladığının” kabulü bile bir itiraftır.
İddia edildiği gibi radyoaktif bulutların üstümüzden geçip
gitmediğini göstermektedir. Dönemin TAEK başkanı Ahmed Yüksel
Özemre, ki, son dönemde “Çernobil Komplosu” adlı bir de kitap yazmıştır,
Türk halkının maddi olarak Çernobil’den etkilenmediğini iddia
etmektedir. Ona göre Çernobil’in kansere yol açacağı paranoyası
pompalanmıştır. Önlemler alınmış, devlet 58 bin
78 ton yüksek radyasyonlu çayı 5,5 yıl sonra imha etmiştir! Özemre;
“vicdanımı kürtaj yaptıranlar yaraladı” demektedir! Ona
göre; Türkiye’de her yüz çocuktan onu zaten özürlü doğmaktadır!
Bu tüm Çernobil
süreci boyunca egemen olan mantıktır. Gerçek ise her zaman olduğu
gibi propaganda edilenden çok farklıdır. Kazadan sonra radyoaktif
hava parselleri Çankırı’dan Sivas’a, Trabzon’dan Hopa’ya dek
ulaşmıştır. Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değildir.
Amerika’da Lawrence Ulusal Laboratuarı tarafından hazırlanan
harita Türk yetkililerini tümüyle yalanlamaktadır. Harita Çernobil
kazasından 10 gün sonra, radyoaktif parçacıkların yukarı
seviye rüzgarları tarafından seyrelerek Türkiye’nin her tarafına
yayıldığını göstermektedir. Ege’den Girit’e oradan
Akdeniz’e; Batı Karadeniz-Ankara-Mersin hattından Kıbrıs’a,
Doğu Karadeniz’den Güneydoğu’ya dek bir güzergahın
radyasyondan etkilenmiş olması söz konusudur. Bu durumda resmi açıklamalarda
radyasyondan etkilenmediği varsayılan Sinop-Anamur hattının
doğusu da radyasyona maruz kalmıştır.
Çernobil’deki
patlama sonrasında Türk yetkilileri bilimsel veri ya da araştırma
sonuçlarının açıklanmasını yasaklamış, izne
tabi hale getirmiştir. Resmi açıklama sadece o dönemin Sanayi ve
Ticaret Bakanı Cahit Aral tarafından yapılabilmektedir. Hükümet
tarafından tam bir yanlış bilgilendirme kampanyası açılır.
Kampanyanın başında Ahmed Yüksel Özemre vardır. Kapıkule-Edirne
karayolu üzerinde 2 kilometrelik bir kısımda sellerin getirdiği
çamurlarda yüksek miktarda radyoaktivite saptanmıştır. Özemre’nin
iddiasına göre, yetkililer bu radyoaktif çamurları etrafa bulaşmadan
varillere yükleyip Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim
Merkezi’ne (ÇNAEM) taşımış ve yolun bu kısmında
günlerce yıkama işlemi yapılarak radyasyon düzeyi düşürülmüştür!
Trakya’daki sütler ise sadece içlerindeki iyot 131’e göre işlem görmüştür.
Oysa bu sütlerde yalnız yarı ömrü 8 gün olan iyot-131 değil,
sezyum-137, sezyum (Cs)-134 de bulunmaktadır. Ve yarılanma ömrü 30 yıla
kadardır. Halk tarafından tüketilmiş süt ve peynirde bulunan bu
maddeler yiyenleri yıllar boyu ışınlamaya devam etmektedir.
Oysa aynı dönemde
İtalya ilk üç hafta taze süt tüketimine yasak getirmişti. İnek
sütünde 2000 bekerel/litreye varan radyasyon rakamları bildirilmişti.
Ve iyot düzeyleri yüksek olan yerlerde sezyum düzeyi de yüksekti. İngiltere’de
bugün hala Çernobil’den 2500 kilometre uzaklıkta bulunan toplam 382 çiftlikte,
radyasyon serpintisi aldığı için sınırlayıcı
önlemler sürdürülmektedir. Türkiye’de ise dönemin Sanayi ve Ticaret
Bakanı Cahit Aral tarafından yapılan ilk resmi açıklama
şöyledir: “Ülkemizin her tarafındaki et, süt, su, balık,
sebze ve meyvelerin tümü tertemizdir. İnsan sağlığına
zararlı hiçbir kirlenme mevcut değildir”.
24 Haziran 1986tarihli Türkiye Gazetesi “Türkiye’de radyasyon yok” başlığını
atmıştır. Aral radyasyon konusunda kendisinden başka hiç
kimsenin açıklama yapmaya yetkili olmadığını hatırlatarak;
“Dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz
ki, Türkiye’de kesinlikle böyle bir tehlike mevcut değildir”demektedir. Bu arada radyasyonlu diye önce fındığa ambargo
uygulanır ve daha sonra politik baskılar nedeniyle satışı
serbest bırakılır! 1992 yılında bir özel sohbette;
“Radyasyonlu fındıkları Rusya’ya satarak Çernobil’in
intikamını aldık” demiştir eski Sanayi Bakanı! Bu fındıkların
askerlere de bedava dağıtıldığı Aral’ın açıklamaları
arasındadır. Fındıklar yalnızca askerlere değil
yoksul ilkokul öğrencilerine de dağıtılmıştır!
Suyun, balığın, havanın, toprağın temiz olduğu
yollu açıklamalarsa bugün bile sürmektedir.
Kuşkusuz Çernobil’den
yayılan radyasyon serpintisinden en çok etkilenen Karadeniz’in çayıdır.
Yetkililerce 58.000 ton çayın imha edildiğinden söz edilmektedir.
Oysa kazadan sonra 8 ay boyunca çay denetlenmemiştir. Bu süre içinde
halk kitleleri radyasyonlu çayı tüketmeye devam etmiştir. 1986 Aralığına
gelindiğinde TAEK çayın 89.000 bekerel/kilograma kadar radyasyon içerdiğini
resmen itiraf etmiştir. Üstelik çaylar depolanmıştır ama
çoğu ne hikmetse depolardan çalınmıştır. Bu yüzden
sonraları çaylar hırsızlığı önlemek üzere boyatılmıştır.
Ve radyasyon yayan bu çaylar ancak 7 yıl sonra toprağa gömülebilmiştir.
Bu süre içinde radyoaktif izotoplar büyük ihtimalle dışarı sızmış,
çevreye ve insanlara bulaşıp zarar vermiştir.
Bu arada o dönemi
yaşayanların anımsayacağı gibi çayın yıkanınca
ve demlenince radyasyon etkisini kaybedeceği yollu “bilimsel” açıklamalar
yapılmıştır. Özemre-Evren ve Aral çay içmenin tehlikesiz
olduğunu söylemişlerdir. Gazete ve televizyonlara poz vererek çay içmişlerdir.
130.000 ton çay halk tarafından bu özendirmelerle tüketilmiştir. Özal;“Radyoaktif çay daha lezzetlidir” buyurmuştur. Aral; “Biraz
radyasyon iyidir” demiştir. Eski bakanın birkaç yıl önce
kanserden öldüğünü geçerken belirtelim.
Radyasyonlu çaylar
daha sonra Rize’deki Çaykur tesislerinde TAEK’in önerisi ile temiz çayla
harmanlanarak piyasaya sürülmüştür. Çernobil felaketinin Türkiye’ye
etkileri konulu bir çalışmanın sahibi Melda Keskin; “Kirli çayla
temiz çayı harmanlamaya yönelik TAEK yöntemi açıkçası yalnızca
ticari amaçlara hizmet etmiştir. Bireysel risk düşse bile kolektif
risk aynı kalmıştır. Genetik açıdan toplumun bir dozu
bir yılda ya da iki yılda almasının bir farkı yoktur.
Elli milyon kişinin her birinin 50 miliremlik bir doza maruz bırakılması
azımsanamaz. Halkın ve doğmamış çocukların sağlığı
yetkililerce tehlikeye atılmaktadır” demektedir haklı olarak.
Sanayi Bakanı
Aral, 29 Ocak 1987 yılında “Karadeniz’in suyunda ve deniz ürünlerinde
insan sağlığını tehdit edecek bir radyasyon kirliliği
yoktur” açıklamasını yapmıştır. Oysa 3 Ekim
1986’da ABD Enerji Bakanlığı’nın yayınladığı
“Deniz Alanlarında Çernobil Serpintisi İncelemeleri” başlıklı
çalışmada; “26 Nisan 1986’da Çernobil Nükleer Güç Santrali
kazasından büyük miktarda radyonüklidin alt atmosfere yayılımının
geleceğe dönük çevresel radyolojik sonuçları vardır.
Karadeniz’e en fazla Tuna ve Dinyeper nehirlerinden olmak üzere, Kuzeybatıdaki
nehirlerden büyük miktarda su akmaktadır. Bu nehirlerin her ikisi de Çernobil
serpintisiyle ağır bir biçimde kirlenmiş nehir havzalarını
boşaltmaktadır. Bunlardan ikincisi, Çernobil sahasını saran
temiz su ortamını içerir” denmektedir.
Ortadoğu
Teknik Üniversitesi Kimya bölümünden İnci Gökmen, M. Algül, A. Gülemantarafından hazırlanan “Türkiye’nin Karadeniz Kıyılarında
Çernobil Radyoaktivitesi” raporu Çernobil kazasının ardından
toplumun nasıl yanıltıldığını bir kez daha göstermiştir.
Rapor yüzey toprağındaki sezyum-137 aktivitesi açısından 7
ayrı yerde karşılaştırılan 1994 değerlerini
TAEK’in 1986’da verdiği değerlerden yüksek bulmuştur!
Doğu
Karadeniz’deki toplam 21 toprak örneğinde ortalama sezyum-137 aktivitesi
576 bekerel/kilogram iken diğer bölgelerin ortalaması 33
bekerel/kilogramdır. Kısaca, başta Karadeniz bölgesi olmak üzere
bu coğrafyanın havası, suyu, toprağı ve insanı Çernobil
nedeniyle radyasyonla ışınlanmış görünmektedir.
Yetkililer tarafından önlem alınacağına gerçeğin üstünün
örtülmesine çalışılmış, bilimsel araştırmalara
yasak ve sansür getirilmiştir.
Gerekli
verilerin olmaması, araştırmaların yasaklanması, Ahmed
Yüksel Özemre ve benzerleri tarafından o dönemde yapılan cinayete
yakın ihmallerin üstünü örtmek için kullanılmaktadır. Oysa
12 Haziran 1986 tarihli Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre; Çernobil
kazasından sonra Türkiye’de 4 Mayıs 1986’da ölçülen ve sadece
sezyum-137 ve sezyum-134 izotoplarından yayılan toplam gama radyasyon
dozu, kazada yayılan 1 milyon 990 bin kürilik sezyum serpintisinin yüzde
8’ini oluşturmaktadır. Bu verilerden hareketle nükleer fizikçi ve
tıp doktoru, Berkeley Üniversitesi öğretim görevlilerinden Profesör
Doktor Jon. W. Gofmann grubunun yaptığı araştırmalar
sonucunda, Türkiye’de 18 bin ölümcül kanser, 18 bin ölümcül olmayan
kanser ve 740 lösemi olayının yaşanacağı öngörülmektedir.
Çernobil’in
yeniden gündemleşmesini sağlayan Kazım Koyuncu belki de bu 18
bin kişiden biriydi. Zamanın Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı
(TAEK) Ahmed Yüksel Özemre’ye, “Radyasyon rakamları açıklansın” denildiğinde; “Radyasyonu bilmeyen halk rakamları ne yapsın” diye yanıtlamıştı. Ama rakamlar tek tek yaşayan
bireylere dönüşüyor ve tıpkı Koyuncu örneğinde olduğu
gibi ölümleriyle Özemre ve benzerlerinin karşısına dikiliyor.
Ancak gerçekler hala gizlenmeye devam ediliyor. Greenpeace Akdeniz Ofisi Enerji
Kaynakları Sorumlusu Özgür Gürbüz’e göre bunun tek nedeni var: “Nükleer
enerji pazarlığı”. “O gün olanlar, yıllardan halktan
saklanıyor: Türkiye’ye nükleer santral pazarlamak isteyenler, nükleer
enerjinin bu en acımasız yüzünü halktan gizlemeye çalışıyorlar”.
Çernobil örneği bizi nükleer enerji santralleri konusunda uyarıyor.
Türkiye’de nükleer
enerjiden elektrik üretilmesi 1965 yılından beri gündemdedir. O yıllarda
nükleer enerji santrali yapmanın Türkiye’nin enerji açığını
kapatmanın tek yolu olduğu iddia ediliyordu. En son 1986 yılında
Kanada’nın AECL firması ile 600 MW (megavatlık) bir reaktör
kurulması için mutabakat sağlanmış, ancak tam da o sıralarda
meydana gelen Çernobil kazası bu girişimi önlemiştir. Bunca yaşanana
rağmen nükleer santral yapımı konusu son günlerde yeniden gündemleşmiş
durumdadır.
TAEK Başkanı
3 yeni santralden söz etmektedir. Ve planlanan 10 yeni nükleer santraldir.
Uzun süredir gerçekleştirilmeye çalışılan Akkuyu için
yeniden ihale açılması kararlaştırılmıştır.
Ve Akkuyu’nun bir deprem ülkesi olan Türkiye’de Ecemiş fay hattının
yakınında olduğu bilinmektedir. Her şeye rağmen Sivas-İnceburun’da
yapılması planlanan santral için çalışmalar hızlandırılmıştır.
Buna ek olarak Trakya bölgesinin Karadeniz kıyılarında
Bulgaristan’a yakın bir alanda üçüncü bir santral yapılması öngörülmektedir.
Nükleer santral
yanlıları bu santrallerin; temiz, ucuz, çevreci, risksiz, sorunsuz,
tehlikesiz olduğunu iddia etmektedirler. Ama gerçek farklıdır.
Ve öyle olmadığı her gün yeniden bilimsel açıklamalar
olarak karşımıza çıkmaktadır. Ukrayna Enerji Bakanının;
“Nükleer santrallerde kaza olma oranı 10 bin yılda birdir” demesinden yaklaşık bir yıl sonra Çernobil nükleer kazası
gerçekleşmiştir. Üstelik Çernobil ne ilk ne son kazadır. Çernobil’den
önce 1957 yılında İngiltere’de Windscale santral kazası
yaşanmıştır. Amerika’da Tree Mille İsland, 1979’da
yaşanan ilk kazadan sonra ikinci bir tehlike daha atlatmıştır.
Bununla da
bitmez. Aynı yıl Japonya’da Tokaimura kazası olur. Japonlar
hemen emniyet sorunu olduğunu ve geç müdahale ettiklerini kabul ederler.
Yetkililer televizyon kameraları önünde halktan özür diler. 49 işçi
yüksek radyasyon alarak tedavi altına alınır. 10 kilometrelik
alan yasak bölge ilan edilir. 310 bin kişi evinden dışarı
çıkarılmaz radyasyon miktarı normalin 15 bin katına çıkar.
Ancak gerisi de vardır. Çalışan ve sorumluluk sahibi diye
bilinen Japonlar kazaları engelleyemezler. Ve bu kez 2004 yılında
Mihama nükleer santrali kaza ile gündeme gelir.
ABD Nükleer
Denetleme Komisyonu kayıtlarına göre, bugüne kadar bir felakete yol
açabilecek 169 santral kazası olmuştur. Sadece 1980 ve 1989 yılları
arasında, ABD’deki nükleer santrallerde, yaklaşık 34 bin
operasyon hatası, en az 104 acil reaktör durdurma olayı ve çalışanların
ölçülebilir dozda radyasyona maruz kaldıkları 140 bin olay rapor
edilmiştir. İngiltere’de ise gizlenen ve daha sonra ortaya çıkan
17 ciddi nükleer kaza yaşanmıştır. Japonya’da 1992 yılında
tam 20 önemli reaktör kazası rapor edilmiştir. 1992 yılından
sonra Rusya’da kazaların oranı yüzde 45 artmış, uzmanlar
tarafından bir yılda uluslar arası kuruluşlara 205 kaza raporu verilmiştir. Çernobil’in eski tip bir santral olduğu için
kaza yaptığı savı gerçek verilerce yalanlanmaktadır. Nükleer
santrallerin ömrü ise 25 ila 40 yıl olarak hesaplanmaktadır. Bu sürenin
sonunda söküm ve radyasyonlu aletlerin depolanması sorunu gündeme
gelmektedir.
ABD’de 1978 yılından,
Almanya’da 1982 yılından, Kanada’da 1975 yılından beri
yeni nükleer santral siparişi yoktur. Nükleer enerjiden en çok
yararlanan ülkelerden biri olan Fransa 2010 yılına kadar nükleer
programını askıya almıştır. Kanada’da 1997 yılında
21 adet CANDU nükleer santralinden 7’si yapılan denetimlerde tehlikeli
ve yönetim hatası bulunduğu için kapatılmıştır.
World Nükleer Outlook raporuna göre; nükleer güce sahip gelişmiş
ülkeler atık ve maliyet artışı sorunu nedeniyle yeni
santral siparişinden vazgeçmişlerdir. Raporda şöyle
denmektedir; “ABD 116 santral yapımını iptal etti. İsveç
2010 yılına kadar tüm nükleer santrallerini kapatma kararı aldı.
Almanya yapımı bitmiş 4 santrali çalıştırmıyor.
Fransa bu santrallere çok pahalı ve çok riskli bulduğunu, bu nedenle
yapmayacağını açıkladı. Rusya 27 santral yapıyordu,
tümünü durdurdu. İngiltere tüm enerji sektörünü özelleştirdi,
nükleer santraller dışındakiler satıldı. Nükleer
santraller satılamıyor, çünkü alıcı yok. Küba 2 nükleer
santralini kapattı. Bu ülkede hiç nükleer santral kalmadı.
Danimarka, İzlanda, Norveç, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Avustralya
nükleer santral kurmadıklarını ve bugünden sonra da
kurmayacaklarını açıkladı”.
ÜSTÜMÜZDEN GEÇTİ BULUT: [1] [2] [3]
|