Osetya ile
Gürcistan, ABD ile Rusya... Hepsine Karşı Savunmasız Halk...
Halklar devletlerin ve imparatorlukların çatısı ve denetimi altında yaşamak
zorunda mı? İnsanlık tarihi yazıldığından bu yana devletlerin, imparatorlukların
denetimi altında yaşayan halkların trajedisine tanık oluyoruz. Büyük devletlerin
arasında politik, askeri ve ekonomik olarak sıkışmış olan halklar,
cumhuriyetler, özerk bölgeler, tekrar tekrar komşularının hegemonik
saldırılarının boy nedefi durumuna gelmişlerdir.
Çağlar boyunca Kafkasya halkları da istila, baskı ve yıkım kaygısı ile yaşamak
zorunda kaldı. Persler bölgeyi ele geçirmek için yıllarca savaş verdi. Bölgeyi
talan ettiler. Osmanlı, Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölgede savaşlar
yaparak gerilerinde kan ve gözyaşı bırakarak bölgeyi terk ettiler. Tabii ki en
yakınlarında bulunan ve Kafkasya'yı kendi toprak bütünlüğü olarak gören Çarlık,
bu verimli vadiler için az savaşlar vermediler. Tarih güçlülerin tarihidir.
Egemen olan kendi tarihini yazar. Yasasını koyar. Ve kürsüden konuşmaya başlar.
Sesin etkili olmadığı bölgeleri uzaktan vurmaya başlarlar. Kimin, niçin ve nasıl
öldüğü artık önemli değildir. Anayasal bir güçtür bu. Bazen buna özgürlükler
adına savaş bile denilebilir. Bizler direnenlerin kazandıklarını veya
kaybettiklerini karşı tarafın veya kolonyalist İngiliz araştırmacılarının
kitaplarından öğrenebiliyoruz. Kızılderililerin katliamlarını ve ülke
topraklarının paylaşım hikayelerini halen ne yazık ki Amerikalılar anlatıyor. Ha
keza Kafkasya için de geçerli bir reçetedir bu durum. Tarihin önemli kesitine
tanıklık yapan bu coğrafya, "kapalı kutu", Kafkasya, yakın tarihimizde çok şeye
tanık oldu.
SSCB döneminde, Lenin ilk once Kafkasyalıların özgürlük hareketini sözlü olarak
onayladı, ama Sovyetler, Rusya'nın "toprakları üzerindeki bütün halklara
özerklik sağlayacağı" ve "her halkın kendi kaderini tayin etme hakkını sonuna
kadar savunacak, gerektiğinde ise yerel cumhuriyetlerin kurulmasını destekler"
şeklindeki formülasyonu, daha sonra belirsiz bir şekilde rafa kaldırıldı.
Gerçekten sözüm ona özerklikler tekrar tekrar yeniden düzeltildi, ulusal
cumhuriyetler devamlı değiştirildi, tarihsel yerleşim bölgeleri birbirinden
kopartıldı. Stalin döneminde, birçok halkı parçalara ayırdılar, ilgili ilgisiz
demeden birçok halkı da birleştirdiler. 1943-44'te Batıda Fin ve Polonya
halklarını, Güneyde Kırım Tatarlarını, Volga havzasında Almanları, Kafkasya'da
Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Avarları, Güney Kafkasya'da Mesket (Ahiska),
Hemşin (Müslüman Ermeni) ve Kürtleri, Hazar kıyısında Kalmukları, Uzakdoğu'da
Kore halkını kapsayan sürgün ve yarattığı etki seksenli yılların sonundan
itibaren büyüyen bir huzursuzlukla gözlemlediğimiz o şiddet patlaması için
gerekli zemin olacaktı. Bu halklar kendi vatanından koparılıp bir başka toprak
parçasına hediye edildiler. Kazakistan ve Sibirya'ya toplu sürgünler yaşandı.
Abhazya (Abazalar), Megrelya (Migreller-Daha anlaşılır bir deyimle Hıristiyan
Lazlar), Acara (Müslüman Gürcü ve Lazlar), Güney ve Kuzey olarak ayrılan Osetya,
sanki aynı halk ve aynı uluslarmış gibi topluca Gürcistan'a hediye edildi. Ve
artık Kafkasya niye ve nereden kanıyor sorusu tarihin çöplüğüne atıldı. Kafkasya
kanıyor… Belli ki kanamaya devam edecektir. Özellikle de ABD'nin parmağı bu
bölgede hissedilmeye başladıktan sonra. Tabii ki bunu yetiştirdiği ve tepeden
inme biçimiyle dışardan gönderip, içerde bir kargaşa ortamı yarattıktan sonra
iktidarı devralan, ABD'nin Kafkasya taşeronu Saakaşvili ile yapacaktır.
Kafkaslarda korkulan ve bir o kadar da beklenen olay yeniden alevlendi. 90'lı
yıllardan günümüze yer yer ufak tefek anlaşmazlıklar ve çatışmalar olsa bile
"dondurulmuş" durumda olan Güney Osetya anlaşmazlığı yeniden kapsamlı ve sıcak
bir çatışmaya dönüştü. Kafkasya sıradağlarının güneyinde bulunan Güney Osetya,
3.990 km2'lik yüzölçümü olan, küçük ve dağlık bir coğrafyaya sahiptir. Nüfusu 70
bindir bunun yaklaşık olarak 50 bini Oset, 15 bini Gürcü, 5 bini ise çeşitli
Sovyet halklarından oluşuyor. Kuzey Osetya'da yaklaşık 500 bin Oset
bulunmaktadır. Rusya Federasyonu, Kuzey Kafkasya ve Oset diasporası ile birlikte
ise dünyadaki toplam Oset nüfusu 800 bini bulmaktadır. Osetler iki dinli bir
halktır. Güney Osetya'da yaşayan nüfuslarının yaklaşık yüzde 95'i Ortodoks
Hıristiyan ve yüzde 5'i Müslümandır. Bölgenin başkenti Tskhinvali'dir. Diğer
önemli yerleşim birimleri Java, Leningori ve Znauri'dir.
Bu bağlamda gelişmeler sadece bölgede yaşamını sürdüren 70 binin üzerindeki
sivili değil, tüm Kafkasları ve küresel dengeleri de doğrudan
ilgilendirmektedir. Saakaşvili'nin iktidara gelmesinden (2004) bugüne sorunlu
bölgeler şeklinde tanımlanan Abhazya ve Güney Osetya sınırında yaz ayları
çatışmalarla yüklü biçimde geçmekteydi. Saakaşvili'nin ülkeyi kısa sürede üniter
yapıya geri döndürme söylemi Abhazya ve Osetya merkezli bir çatışmanın yeniden
başlaması beklentilerini daima canlı tuttu. Acara'da yürütülen "başarılı" ve
kısa operasyon da bunun işareti olarak görüldü. Ve Saakaşvili komşularına
gözdağı, dostuna mesaji iletmişti.
Saakaşvili'nin önündeki en büyük engel Rusya idi. Güç olarak başedemediği
Rusya'yı uluslararası alana şikayet ederek, ülkesini Batı dünyası ve onun
kurumlarına yakınlaştırmak ve dönem dönem ufak askeri harekatlarla ne denli
ciddi olduğunu göstermeye çalıştı. Bu yaklaşım doğrultusunda inceden hesaplar
yapılırken bir yandan da boş durmuyordu, genel olarak plan yürüyordu. Ve 2008
yazının sonuna doğru da, Gürcü kuvvetleri anayasal düzeni yeniden tesis etmek
adına Güney Osetya'ya girdi, yerleşim yerlerini yerle bir etti. Nitekim
Gürcistan'ı yakın takibe alan Rusya, daha önce Abhazya'da Gal bölgesinde
girişilen operasyonda ve Acara'da olduğu gibi cevapsız bırakmadı. Gürcü-Oset
anlaşmazlığının başladığı 1990'lı yılların başından günümüze, Osetya'daki halka
Rus vatandaşlığı veren Rusya, bu saldırıya da vatandaşına yapılmış kabul ederek,
yüzlerce tankla askerlerini Osetya'ya soktu. Peşi sıra Rus savaş uçaklarının,
aralarında askeri havaalanlarının da bulunduğu Gürcistan'daki bir takım
stratejik hedefleri bombalandı. ABD ve BM derhal ateşkes çağrılarında bulundu.
Ama Rusya duymadı. Duyamazdı. Çünkü esas olarak Osetlere yardım elini uzatırken
kendi geleceğini garanti ediyordu.
Osetler etnik olarak Gürcülerden farklıdır. Kafkasya'nın kadim halklarındandır.
Kuzey Kafkasya'daki federal bölgelerden biri durumundaki Kuzey Osetya'da
yerleşik durumdadırlar. Güney Osetya ise Gürcistan içerisinde özerk bir bölge
olarak bırakılmış ve ayrı bir siyasi unsur olarak tanımlanmıştır. Çözümü giderek
karmaşaya dönüşen bir bölge olarak kaldı. Bu durum Mikhael Saakaşvili'nin
iktidara geldiği 2004'den bu yana daha da kötüleşti. Saakaşvili Osetlere, biraz
Acara'daki başarının biraz da ABD'nin desteğinin verdiği özgüvenle, üniter bir
Gürcistan'ın içinde özerklik oluşturulması önerisi götürdü. Bu öneri Oset
tarafınca kabul edilmedi. 2006'da yaptıkları referandumda ise tam bağımsızlık
kararını aldılar. Bu gelişme görüşmelerin 2006'dan bu yana tıkanmış duruma
gelmesinin de önemli nedenlerindendir. Son yıllarda özellikle Gürcistan'ın NATO
üyeliği perspektifinin de tetiklemesiyle, Rusya gelişmelere yakınlaştı. Artık
Moskova yönetimi için bu bölge vazgeçilmez hale gelmiştir. Osetya ve Abhazya
merkezli hava sahası ihlalleri, karşılıklı sınır ihlalleri gibi tartışmalarla
zaten gerginlik yaşayan Rus-Gürcü anlaşmazlığı, Osetya ve Abhazya'nın statüleri
noktasında düğümlenmiş durumdadır. İlk kıvılcım atılmıştır artık. Geriye dönüş
pek mümkün değildir. Gürcistan'ın Avrupa ile barışması ve ABD'nın kontrölüne
girmesi artık kaçınılmazdır. Ve ABD'nin Gürcistan yönetimine tanıdığı öncelik ve
Saakaşvili'nin politikalarıyla bugünkü çatışma noktasına ulaşmıştır. Bu süreç
şimdiden, sadece Rusya ve Gürcistan ile Kafkasları ilgilendiren bir süreç
olmaktan çıkmış durumdadır. Ermenistan ve Gürcistan'da yapılan seçimler ve
sonrasında yaşanan olaylar, Azerbaycan'da yaşanan gelişmeler, Kafkasya'yı
dünyanın yeni ilgi alanı haline getirmiştir.
Avrupa'da yaşanan yeniden parselasyon çalışmaları Kafkasya ülkelerini, hem AB
hem de NATO ile sınır komşusu haline getirdi. Bu vesileyle Kafkasya için artık
yeni bir dönem başlamış oldu. Bir yandan da artan doğalgaz ve petrol fiyatları
sayesinde ekonomik olarak ayağa kalkan Rusya, artık daha ürkek değil,
anlaşılabilir ve net konuşmaya başlamıştır. Yeni komşularını tehdit olarak
görmeye başlaması ve siyasal mücadeleye girişmesiyle Kafkasya bir tür mücadele
alanına dönüşmüştür. Çünkü irili ufaklı, çok renkli bir halklar mozayiği olan bu
bölgeyi kim bilir ne tehlikeler bekleyecekti. Ve daha önemlisi Kafkasya artık
AB ve NATO'nun da sınırı ve yakın çevresidir. Rusya bu anlamda da tehlike
sınırındadır. Bu gelişmelerin Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Balkanlar'da olduğu gibi
yeniden biçimlenme batı dünyasının lehine, Rusya'nın aleyhine bir sona doğru
gidip gitmeyeceği önemli bir sorudur. Kafkasya çok özel bir bölgedir. Ortadoğu,
Balkanlar veya Avrupa değildir, Kafkasya'ya çomak sokarsan karşına neyin nasıl
çıkacağını kestiremeyeceğin kadar "kapalı kutu" bir bölgedir. Bu nedenle
Rusya'nın yakın çevresi olarak gördüğü bölgedeki etkinliğini ve söz
sahipliliğini arttırması kadar anlaşılabilir bir durum yoktur. Bunun da sözde
olmayacağının artık bilincindedir. Olaylar, Rusya'nın, geçmiş dönem
Gürcistan-Abhazya savaşında yapmış olduğu hakemlik veya zaman zaman yardımda
bulunmanın artık çok ötesindedir.
Tolstoy, Çarın yemeğinde yaptığı bir konuşma sırasında kendi deneyimlerini şöyle
özetlemişti: "Polonya ile Kafkasya, Rusya'nın kanayan yarasıdır". Öyle görülüyor
ki Kafkasya kanamaya devam edecektir.
Ve satrançta 2 yanlış hamleyi telafi etme şansı her zaman mümkündür. Ama israrla
yanlış hamle yapmayı sürdürürsen artık seni affetmeyecek ve affetmeme gerekçeleri
oluşmuş bir düşmanla karşı karşıyasın. Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili,
yıpranan iktidarını bir savaş başarısı ile taçlandırmak istiyordu. Nitekim
Saakaşvili'nin Abhazya ile Güney Osetya'yı yeniden Gürcistan'ın bir parçası
haline getirerek hem daha güçlü üniter bir devlet yaratacaktı hem de ülkesine
NATO ve AB kapılarını açacaktı. Artık Kafkasya için geri dönülemez yol
başlamıştır.
Son
Gelişmeler ve Türkiye
Son dönemde
çete, mafya, seçim, geçim, kriz yetmezmiş gibi bir de AKP'nin kapatılma mevzusu
ve karşılığında kontur, surkontur şeklinde masada oynanan diyalog çeşitli
şekillerde gelişti durdu. Sokağa taştı… Ergenekon Operasyonu olarak adlandırılan
ve açıklamalara bakılırsa "devletin içindeki devlet" söylemi tutturulmaya
çalışıldı. AKP kapatılmadı. Ergenokon Operasyonu kısmen durdu. Tam Türkiye derin
bir nefes almaya çalışırken yakın müttefiki olan Gürcistan'da olaylar patlak
verdi. Türkiye'nin bu süreçteki rolü ya da yeri dikkate değer bir yerdedir.
Akdeniz İçin Birlik Zirvesi'nde yaptığı konuşmada Başbakan Erdoğan: "Türkiye'nin
çevresindeki bölgelerdeki sorunlara çözüm getiren ülke algısının, Kafkasya'daki
sorunların çözümüne etkisi ve katkısı dikkatle değerlendirilmelidir"
şeklindeydi. Bir başka toplantı ki bir anlamda devletin zirvesi denilebilir;
Büyükelçiler Zirvesi'nde Türkiye içinde yer aldığı bölgelerde yapıcı roller
yüklendiğinin özellikle vurgulanması burada çok önemlidir. Vurgunun bunun
üzerinde yoğunlaşması ise yıllar önce Clinton'un Dolmabahçe Sarayı'nda yaptığı
konuşmayı akla getirdi: "Türkiye bölgede akıllı politikalar izlerse Osmanlı'nın
egemenlik alanında söz sahibi olabilir." Tabii burada aslolan verilmek istenen
açık ama gizli mesajdı: "Akıllı, laf dinleyen iyi çocuk olursan sana bölge
temsilciliğini veririm" diyordu ABD başkanı Clinton. Bu anlamda Türkiye'nin
Kafkasya'da, bölgesel bir takım sorunların tarafı olduğu da akla getirildiğinde
sorunların çözümü süreci Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmektedir.
Türkiye-Ermenistan, Azerbaycan-Ermenistan, Dağlık Karabağ, Güney Osetya, Acara
ve Abhazya (Rusya-Gürcistan) sorunları Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren
sorunlardır. Türkiye sorunun çözümünde bir aktör olmaya çalışmakla birlikte
giderek sorunun da doğrudan bir parçası konumuna gelmektedir. Bu arada bizim
sözümüzü bize söyledilir: "Zor oyunu bozar". Rusya'nın zor adamı Putin bu
gelişmelerin farkında olarak politik arenada kendisini ilgilendiren meselelere
doğrudan çözüm yolları aradı. Bizim yabancısı olmadığımız bilinen yöntemlerle.
Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkilerin çökmesi durumunda, Türkiye'nin KEİ,
BTC boru hattı, BTK demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerinin kötü
etkilemesinin ötesinde Karadeniz merkezli giriştiği BLACKSEAFOR, Karadeniz Uyumu
gibi bölgesel güvenlik girişimlerini de çökertme potansiyeli taşımaktadır. Bir
de bunlara doğalgaz ihtiyacının %70'ini karşılayan bir ülkeyle karşı karşıya
olduğunu eklersek. Şimdi susma zamanıdır. Ve yıllarca süren bölgesel projelerin
çökmesi Türkiye'nin istemeyeceği sonuçlar olacaktır. Onun için apar topar meclis
tatile çıktı.
Son Gelişmeler
Işığında Lazlar
Lazlar aynı coğrafyanın mensubu insanlardır. Yaşananlar
karşısında bizim de bir sözümüzün olması gerekir ve kaçınılmazdır. Kafkasya'nın
diğer halklarıyla yanyana yaşadık ve alışverişler yaptık… Deyim yerindeyse kız
alıp kız verdik… Bizim de yüreğimizin kanaması kadar anlaşılabilir bir durum
olmaz… Halen Megrelya ve Batum'da akrabalarımızın olduğu da başka bir gerçek.
Hassas bir dönemden geçtiğimiz herkesin malümüdür. Hem dünya krizi açısından hem
de bölgesel kaynamalardan dolayı sıkıntılı günler yaşıyoruz. Dün Balkanlar ve
Ortadoğu paramparça edilmek istendi ve sıkıntılı sürecin adı bir tür özgürlük
kavramıyla noktalandı. Özgürlük adına işgal, özgürlük adına kan aktı. Binlerce
insan öldürüldü ve binlercesi savaşın mağduru oldu. Halen yaralar sarılmadı.
Bir insanlık suçu işlendi… Bugün aynı oyunlar Kafkasya'da yaşanmaktadır. Aynı
gelecek Kafkasya'yı beklemektedir. Ve yaşanan sürecin adı her ne olursa olsun,
buna ne denirse densin, "özgürlük" veya etnik bölge, veya özerklik…. Ama
gözümüzün gördüğü, beynimizin algıladığı bir süreç yaşanıyor ve bu sürecin tek
yanlı bir sponsoru vardır: ABD… Dünya halklarının başdüşmanı… Kan emiciler
cumhuriyeti…
Şimdi süreci değerlendirken eğer bu yaklaşımdan kendimizi azade
tutarsak, bırakın doğru yaklaşımı, doğrunun çevresinde bile gezinmemiz mümkün
olmaz. Savaş kimini mağdur eder, kimini yetim, kimini evsiz topraksız bırakır…
Ama herşeyden önemlisi insanın akıl sağlığının yerinde olmasıdır… Akıl sağlığını
kaybetmiş laflar bizi daha da zor durumda bırakır. Bu mimvalde değinmek
istediğim bir açıklamayı aynen aktarmak istiyorum: "Çarlık döneminden bugüne
kadar Kafkasları egemenliği altına almak isteyen Rusya, bugün Gürcistana karşı
barbar politikasına devam etmektedir. Genç Gürcistan devletinin
demokratikleşmede hala bazı sorunları olduğununu kabul ediyoruz. Fakat Rusya'nın
Güney Osetya'da bir fiil kendisinin yarattığı gerilimi bahane ederek Gürcistana
saldırması, kriz bölgesi dışında kalan bölgelere hem de sivillerin yaşadığı
yerlere bilinçli olarak en güçlü bombaları yağdırması, Rusya'nın amacının
Kafkasların efendisi olduğunu dünyaya gösterme çabasından başka birşey değildir.
Rus saldırılarının altında yatan gerçek; Rusya'nın giderek dünyanın enerji
koridoru haline gelen Gürcistan'ı egemenliği altına alarak bölgeyi istediği
şekilde yönetme planıdır. Bu çok açık bir şekilde emperyalizimdir, hemde çarlık
dönemden kalma ilkel bir emperyalizimdir. Bütün Kafkas halklarının
geleceklerinin anti-demokratik ve giderek gerçek anlamda çarlık rusyasına
dönüşen Rusya ile değil, medeni dünya ile mümkün olabileceğini anlamak
zorundadır. Rusya'nın Kafkasya'da giriştiği barbarlığı kınıyoruz!", diyor
Lazebura.net… Halklar açısından gösterilen duyarlılığa katılmamak mümkün değil.
Ama altına attığın imzanın altında kalmamak için dönüp dönüp okumak gerekir. Rus
emperyalizmi konusunda hemfikiriz… Niyetleri konusunda da üç aşağı beş yukarı
anlaşabiliriz. Ama dünyanın baş belası durumuna gelen ABD'nin ve onun
taşeronluğunu soyunan Gürcistan devlet başkanı
Saakaşvili
konusunda insaf sınırlarını zorlarız biraz. Osetya saldırısının ve bir üniter
devlet olma sevdasının arkasında "gençlik" aramak ham hayaldır. Genç veya yaşlı
olması bir şeyi değiştirmez… Ama Kafkasya kanarsa ki kaçınılmaz olarak kanamaya
devam edecektir. Bu kanama, ABD fikriyle, Gürcistan eliyle olacaktır…
Lazuri.com / 15.08.2008 |