Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
Küçük bir derenin denize döküldüğü an gibi; çok olmak değil bu, yok olmak! Artık denizin adı var yalnızca… Ilık bir meltemin vahşi bir fırtınaya karışması gibi…
Küçükle büyüğün, güçlüyle güçsüzün bir araya gelmesiyle ortaya çıkan hazin son bu. Çok olmak değil bu küçük olan için, güçsüz olan için; yok olmak!
Hızla küreselleşen hatta kocaman bir köy haline geldiği varsayılan dünyada, küçük grupların kültürlerinin, dillerinin hazin sonu bu; kendisini büyük köye kaptırdıkça yok olmak. Hem sadece Lazca ve Laz kültürü için değil, diğerlerine göre küçük olan tüm diller ve kültürler için geçerli bu sonuç.
Konuşanların ancak yüzde birinin yazabildiği ve yerleşik bir alfabesi olmayan Lazcanın korunması, küreselleşme rüzgârına kapılan bir meltem olmaması için yapılması gereken o kadar çok şey var ki…
Bundan birkaç yıl önce bir film seyretmiştim. Adı “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” . İmkânsızlıklar içinde, umut dolu iki çocuk ve köyün delisinin, sinema çöplerinden topladıkları film şeritleriyle film yapma çabasını anlatıyordu. Lazcayı korumaya çalışmak, Laz kültürünü korumaya çalışmak için ya çocuk ya da köyün delisi olmak gerek!
İşte doksanlı yılların başında kimi deli kimi çocuk birkaç kişinin bugüne kadar yaptıkları bütün umut dolu çabalar, Lazcanın büyük denizde kaybolmasını ancak geciktirecek güçte. İki çocuk ve köyün delisinin sinema salonu kursalar bile oskar kazanmalarını beklememek lâzım değil mi?
Yaşayan, yaşlanan ve ölen herkesle en azından bir kelime ölüyor. Bir sevgi ifadesi, bir özlem ifadesi, bir haykırış. Kaydedilmeden kaybolmuş sözcükler parça parça öldürüyor bizi. Bir gün özlemlerimizi ifade etme gücümüzü, bir gün öfkemizi ifade etme gücümüzü, bir gün başka bir kelimeyi kaybediyoruz. Kendimizi ifade etme gücümüzü kaybedene kadar, azar azar ve acıtarak devam edecek bu ölüm!
Bu gidişe, yok oluşa Lazca açısından “dur” diyebilmek, Lazcayı şehir dili yapmaktan geçmektedir. Şehirleşme, büyük şehirlere göç, hepimizin vazgeçilmez sonudur. Ekonomik şartlar düşünüldüğünde buna direnmek oldukça güç.
İkinci ama ilkine bağlı çözüm yolu ise Lazca yazabilmek, Lazca okuyabilmek. Bu basit bir problem gibi görünebilir. Ama Lazca okuyup yazan insanlar arasında diyalekt problemini bir kenara bıraksak, alfabe birliği bile yok!
Üçüncü yol ve bence ilk olarak yapılması gereken şey ise, artık bu kültürün geçmişini tüketmeyi bırakmak. Üretmek!
Lazca okuyup yazabilmenin, okuyup yazmaya alışabilmenin en pratik çözümü bence bu. Laz müziğinin ele geçen parçasını söylenebilecek kadar çok sayıda söylemek ve sonrada anonim bir şarkıya dönüştürmek, küçük bir derenin kayboluşundan farksız.
Laz kültürünün ve Laz müziğinin mirasyedileri, miskin mirasyedi konumundan kurtulmalı ve gelecekte şarkılar söylemek istedikleri bir ana dilleri varsa bu dilde üretim yapmalıdırlar. Müzisyenler dışında da Lazcayı konuşan herkesin yapabileceği bir şey mutlaka var!
Karşı karşıya olduğumuz durum çok olmak değil; yok olmak! Dünyadan ayrılan her bir büyüğümüz ile birlikte parça parça azalarak yok olmak. Ya her gün biraz daha ölmenin, uzun süren sancılarını çekmek olacak görevimiz ya da bu dili konuşup, okuyup, yazıp, yaşatıp ölümden kurtarmak!
Kimimiz deli, kimimiz çocuk… İşimiz; karpuz kabuğundan gemiler yapmak…
Lazuri.com / 25.03.2007
|