FORUM KONUK DEFTERI MOVIE FLASH KLIPLER Lazca Dil Kursu Gürcistana bir yolculuk / Mehmedali Barış Beşli / Lazuri.Com
 

"Gürcistan'a Bir Yolculuk"


Mehmedali Barış Beşli

Gürcistan'dan davet edildiğimizi öğrendiğimde geçmişte gerek Türkiyeli Gürcülerle, gerek  Gürcistanlı Gürcülerle yaşadığımız deneyimler ve daha önce Gürcistan'a giden arkadaşların anlattıkları bu davete temkinli yaklaşmak gerektiğini düşündürmüştü. Bu düşünceyle birlikte söz konusu davet kolayca reddedilebilecek bir davet de değildi. Bu davet bizi belki de geçmişe ve gizeme olan bir yolculuğa davet ediyordu.

Hopa'dan Sarp'a doğru yola çıktığımızda açıkçası Gürcistan'da bizi nelerin beklediğine dair net bir fikrim yoktu. Sarp'a yaklaştıkça içimdeki heyecan büyüyordu. Sarp sınır kapısındaki otoparka minibüsümüzü park edip, valizlerimiz elimizde pasaport kontrolüne doğru yürürken gerçekten Helimişi'nin Meleni Sarpi'sine, içinde bir vadi barındırmanın bedelini Türkiye ve Gürcistan arasında ikiye bölünmüş bir köy olarak ödeyen Sarpi'ye geçtiğimizi canım acıyarak anlıyordum. Pasaport ve gümrük kontrolleri bitmişti ve işte Meleni Sarpi'deydik. Bizi Gürcistan Patrikhanesi parlamento sekreteri Giorgi Andriadze başkanlığında bir heyet karşılıyordu. Gürcistan'ı ziyaretimize Gürcistan medyası da ilgi duyuyordu. Biz henüz farkında değildik ama Gürcistanlılar bizim ziyaretimizi çok önemsiyorlardı.     

İlk konuşmalarımıza şaşkınlık ve çok da sebebi belli olmayan bir sevinç eşlik ediyordu. Bir süre sonra fark ediyorduk ki karşılıklı olarak Lazca konuşuyoruz. Bizi karşılayanlar arasında Cemal Vanilişi'yi görmek şahsen onunla ilk kez karşılaşıyor olmama rağmen beni rahatlatıyor. Vize işlemlerimiz bittikten sonra Sarplılarla Tiflis'te görüşmek üzere vedalaşıp bizi bekleyen otobüse binip Batum'a doğru yola çıkıyoruz. Ev sahiplerimiz bizim için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorlar. Yol üstündeki tarihi bir yapıyı ziyaret ettikten sonra Batum'a varıyoruz. Batum adını ilk kez  denizcilikle geçimini sağlayan dedemden duymuştum. Batum sınırın öte yakasında kalmadan önce Türkiyeli Lazlar için de ticari bir merkez işlevi görüyordu. İlginçtir, dedemin anlattıklarından aklımda kalan Batum'a portakal sattıklarıydı. Takası “Hüdaverdi” ile Batum'u su yolu yapan dedemden yarım asırı aşkın bir süreden sonra ben, davet edilmiş bir misafir olarak gelebilmiştim Batum'a.

Gürcistan'a geçtikten sonra sosyal iklimin değiştiğini teslim etmek gerek. Sarpi plajında denize girenler için yapılmış basit ama işlevsel duşlar bana ister istemez çocukluğumuzu kutsamış Ardeşen - Putra'da, söylenenlere göre şimdilerde belediyenin sadece kadın ve çocukların hizmetine sunduğu plajın olumsuz havasını hatırlattı.

Batum geniş caddeleri, limanı ve özellikle uzun ve geniş sahiliyle turistik bir kent havasında dersek abartmış olmayız. Canlı, yaşayan bir kent Batum. Tabii bunda Batum'un Acara Özerk Bölgesi'nin başkenti olmasının ve Sarpi sınır kapısının burada olmasının etkisi büyük.

Gürcistan'da neredeyse her kentin ve bölgenin giriş ve çıkışlarında kontrol noktaları ve bariyerler var. Yol boyunca geçtiğimiz yerleşim birimlerinden birinin adı ilgimi çekiyor: K'axaber. Tandilava ve Vanilişi'nin “Lazların Tarihi” kitabında bu isimde bir kahramandan bahsediliyordu.

Acara Özerk Bölgesi'nden ayrıldıktan sonra yolculuğumuzu hızlandırmak için bir polis arabası önümüze geçiyor. Bizim Gürcistan'a geçişimizde gecikme olduğu için ev sahiplerimizin bizim için planladıkları programın gerisinde kalıyoruz. Bu yüzden hızlı bir yolculuk yapmak zorundayız. Ancak bize kılavuzluk yapan Lada marka polis aracı yeterince hızlı gidemediği için bir süre sonra bizden ayrılıyor ve daha hızlı bir araç bize kılavuzluk yapıyor. Yollar sığır ve domuzlarla dolu. Şoförler sığırların varlığına alışkın bir şekilde onlara bir zarar vermeden zigzaglar çizerek aralarından geçip gidiyorlar. Domuzlarsa alışkın olmamamızdan dolayı yadırgamamız gereken bir görüntü olması gerekirken diğer her şeyle birlikte öyle tanıdık geliyor ki.  Bazı domuzların boyunlarında sanırım çitlerin aralarından tarlalara girmesinler diye üçgen boyunduruklar görüyoruz. Genel olarak hayvanlar yol kenarındaki çimenliklerde otlamaya bırakılmışlar ve her evin çevresi özellikle ekili alanları hayvanlardan korumak için olsa gerek çitlerle  çevrilmiş. Megrelya'ya vardığımızda evlerin genellikle iki katlı, geniş merdivenlere sahip, ön cephelerinin caddeye bakar olduğunu görüyoruz. Lazika'nın  eski başkenti Nakalakevi'ye (Arkeopolis) vardığımızda akademisyen Bejan Javakhia'nın evinde muhteşem bir sofranın bizi beklediğini görüyoruz. Burada Gürcistan sofra geleneğiyle tanışıyoruz. Tamada'mız İaşa Tandilava oluyor. Tamada bir nevi sofra düzenini sağlama rolünü üstleniyor. Konuşmak isteyen herkes ondan söz alıp konuşuyor. İaşa Tandilava hem Gürcüceyi hem de Lazcayı çok iyi konuşuyor. Her iki dilde de şiirler yazıyor ve Türkçe de biliyor. Meleni Sarpililer genelde üç dili de biliyor. Sofrada bir gelenek olarak boynuzlarla şarap içiliyor ve bir boynuz dolusu şarabı içtikten sonra ters çevirip şarabın bir nefeste içildiğini göstermek gerekiyor. Bu sembolik olarak düşmanın kanının da böyle akıtılıp kurutulacağını simgeliyor. Sofrada Laz mutfağıyla birebir aynı olarak gördüğüm tek şey papa oluyor. Ama genel olarak tarzın ve damak tadının aynı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Sofrada bizi bekleyen başka bir sürpriz ise inanılmaz güzel sesleriyle Megrelce şarkılar söyleyen iki kadın oluyor. Bu arada benim Lazca yaptığım konuşmaları İaşa Tandilava Gürcüceye çeviriyor. Yaklaşık 20 kişiyi ağırlayan bu evde elektrik ve su olmadığını öğreniyoruz. Sanırım evlerine gelecek misafirleri ağırlayabilmek için geniş salonlu evlere sahip olmak Megrel kültürünün önemli bir parçası. Ancak daha sonra Tiflis'te tanıştığım bir Megrel'in hükümeti, Tiflis dışına önem vermemekle eleştirmesi neden o muhteşem evin sudan ve elektrikten yoksun olduğunu açıklıyor. Merdiven başında oturan çocuklara “Margaluri giçkini?” diye sorduğumda “ Miçkin!” cevabını almak ise beni o eve ait kılıyor.

Javakhiaların oxorisinden* ayrılırken aklımda Gürcistan'a gitmekle ne olursa olsun doğru bir şey yaptığım düşüncesi vardı. Ev sahiplerimiz bize Arkeopolis kalesini de gösterdikten sonra hızla Gürcistan'ın eski başkenti Tiflis yakınlarındaki Tskheta'ya doğru yol alıyoruz. Burada bizi aynı zamanda Gürcistan Sosyalist Partisi başkanı olan Gürcistan Parlamentosu başkan yardımcısı Vakhtang Rcheulishvili evinde geleneksel Kafkasya giysileri içinde karşılıyor. Karşılamaya yine geleneksel kıyafetler içinde bir koro eşlik ediyor. Canlı olarak gerçekleştirilen birkaç dakikalık televizyon yayınından sonra yemeğe geçiliyor. Evde dikkatimizi çeken bir nokta televizyonda bir Türk kanalının varlığı oluyor. Yemek boyunca Rcheulishvili ile sohbet etme olanağı buluyoruz. Rcheulishvili Gürcistan'ın Rusya ile yakınlaşması gerektiğini savunduğunu bu yüzden Amerikalıların kendisini sevmediğini söylüyor. Konuşmalarında sık sık tanrının adını anan Rcheulishvili'ye sosyalist olmakla bu durumun çelişip çelişmediğini sorduğumda bana Gürcistan'ın birliğe ihtiyaç duyduğunu ve din faktörünün bu konuda önemli bir rol oynadığını söylüyor.

Tskheta'dan yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra artık Tiflis'e varıyoruz. Kalacağımız otelin adı Kolkheti. Yemeği abartmış olmaktan muzdarip Tiflis'in gündüzüne gözümü açmak üzere uyuyorum.

Ertesi gün ilk olarak Gürcistan Müslüman toplumu dini lideri, kendisi Azeri olan Akhud Ali Aliyev'i ziyaret ediyoruz. Aliyev'den patrikhaneden destek gördüklerini, Gürcistan hükümeti ile de bir problemleri olmadığını öğreniyoruz. Cemaatleri sayesinde ülkenin çeşitli yerlerinde cami inşa edebildiklerini söylüyor Aliyev. Bize ilginç gelen bir nokta ise Aliyev'in Gürcüce bilmemesi oluyor. Bize rehberlik eden Andriadze ile Rusça anlaşıyorlar. Buradan yola çıkarak tüm eski Sovyetler Birliği'nde bu durumun mutad olduğunu söylemek mümkün sanırım. Ardından patrikhaneyi ziyaret ediyoruz.

Anlaşıldığı kadarıyla patrikhane Gürcistan'daki en güçlü kurum. Adeta her şeyin üstünde. Eğer Gürcistan'da bir şey yapacaksanız patrikhanenin desteğini almak durumundasınız. Patrik II. İlia alçak gönüllülüğü ve esprili kişiliğiyle bizleri şaşırtıyor. Patrikhane korosu ise inanılmaz güzel seslere sahip. Bizim için söyledikleri Lazca ve Megrelce şarkıları büyülü bir şekilde yorumluyorlar. Patrikhanenin bir de radyosu olduğunu ve her gün bir saat Lazca ve Megrelce müzik yayını yaptıklarını söylüyorlar.

Patrikhaneden sonra Tiflis'i tepeden gören bir kiliseye gidiyoruz. Kilisenin Megrel olan başpapazı bize birtakım dini kitaplar veriyor, biz de ona yanımızda getirdiğimiz Ognilerden veriyoruz.

Öğle yemeği yolculuğun başından beri bizimle birlikte olan iş adamı Kote Samushia tarafından organize ediliyor. Yemekten sonra ertesi gün gerçekleştirilecek olan Kolkhis kültürüne adanacak gecenin provasını izlemek için Tiflis Devlet Opera ve Balesine gidiyoruz. Orada kesinlik kazanıyor ki biz de gecede yer alacağız. Kazım Rustavi korosuna solistlik yapacak, ben de bir destan örneği sergileyeceğim. Provadan ertesi günkü gecenin muhteşemliğinin ipuçlarını seziyoruz. Yine provada Sarplı Lazlardan Lili Abdulişi'nin 82 yaşındaki babasıyla tanışıyoruz.

Akşam yemeğinde ise dananın kuyruğu kopuyor. Megrel ve Gürcü politikacı ve iş adamlarından oluşan bir heyetle birlikte yenen yemekte sürekli olarak biz hepimiz biriz, aynıyız söylemi karşısında tarafımızdan dile getirilen Lazca ve Megrelce eğitim ve televizyon yayını talebi özellikle Megrel ve Lazlardan destek görüyor. Gece ise Rustaveli Bulvarı'ndan canlı yayına katılıyoruz. Yayından sonra hazır meydan, tulum ve partiya bulmuşken bir horon vuralım diyoruz. Gecenin bir yarısı Tiflis Laz tulumunun sesini ve bizim gamiyoxinularımızı dinliyor belki de o kadim tarihinde ilk kez!

Ertesi gün, güne Rustaveli Bulvarı'nda küçük bir turla başlıyoruz. Kazım nihayet buradaki bir hediyelik eşya mağazasında iyi bir çonguri buluyor. Ardından yine bir tarihi kiliseyi ziyaret ediyoruz. Bu kilise aynı zamanda kral mezarlarıyla ünlü. Krallar bu kilisenin zeminine gömülmüşler. Siz mezarların etrafında yürüyorsunuz. 

Nihayet akşam beklenen an geliyor. Opera binası hınca hınç dolu. Başkan Şevarnadze son anda kendisinin varlığı sebebiyle olası bir saldırıdan insanların zarar görmesi endişesiyle geceye katılmak istemediğini bildiriyor. Kuliste beklerken Lili Abdulişi'nin babasi İsmail'den pililisi için dillik alıyor ve kemençenin aslında Laz enstrümanı olduğunu ve Lazcasının da ç'ilili olduğunu söylüyor. Gece Bayar Şahin'in Rustavi korosuyla birlikte “Cilveloy Nanay Da”yı söylemesiyle başlıyor ve Tiflis'te Devlet Opera ve Balesi'nde Kolkhis kültürüne adanmış gece İsmail'in tulumuyla devam ediyor. Ardından Selim kemençesiyle çıkıyor. Bu arada benim de sahneye çıkmam gerekiyor ama çevirmene yapacağım küçük konuşmanın metnini okuyorum. Neyse sonunda çıkabiliyorum ve Moy Motziram'ı söylemeye çalışıyorum. Sonra Kazım geliyor, önce Nanni Nanni Oy'u sonra da Avlaskani Cuneli'yi söylüyor. Bir iki cümleden ibaret kardeşlik ve her iki ülke arasındaki dostluğun gelişmesi vurgulu tercüman aracılığıyla Gürcüceye çevrilen Türkçe bir konuşma  yaptıktan sonra sahneden iniyoruz ve adeta büyülü bir tören başlıyor bizim için. Gürcistan'ın, benim için dünyanın, en güzel seslerinden daha önce hiç duymadığım güzellikte Lazca ve Megrelce şarkılar ruhumuzu sarıp sarmalıyor. Gecenin sonunda Kazım Dida Voi Nana'da Rustavi korosuna solistlik yapıyor ki ben Kazım'ın uzun zamandır bu derece duygulu şarkı söylediğini hatırlamıyorum. Bir ara televizyonculardan biri tarafından çağrılıyorum ve birden kendimi  Kazım'ın inisiyatif kullanarak organize ettiği bir basın toplantısında buluyorum. Her ne kadar söylediklerimizi bütünüyle yayınlamamış olsalar da biz bir kez daha fikirlerimizi dile getiriyoruz. Gecenin sonunda ne olduğunu daha sonradan öğrendiğimiz beklenmedik bir şey oluyor. Gürcistan Monarşistlerinin temsilcisi tarafından sahneye davet ediliyoruz ve bize soyluluk beratları veriliyor. Aramızda Gürcüce bilen olmadığı için biz bunun gecenin olağan akışı içinde bir teşekkür olduğunu düşünüyoruz. Bir nevi bu korsan koyma eylemi iyi oluyor çünkü o kürsüden Lazca konuşamamış olmanın sıkıntısından böylece kurtuluyorum ve birkaç cümle Lazca teşekkür etme fırsatı buluyorum. Dinleyicilerden gelen “Gogixta!” sesleri gecede eksik kalan son noktayı da tamamlamış oluyor. Yine etkinlik esnasında Prof. Natela Kutelia ile tanışma fırsatı buluyoruz.

Akşam yine adı Kolkheti olan bir salondaki resepsiyonda Megrellerin destek ve ilgileriyle karşılaşıyoruz. İçlerinden bir tanesinin teşekkürü önemli “Sağolun” diyor bu Megrel dost “sayenizde ömrümde hiç duymadığım kadar çok Lazca ve Megrelce şarkı dinledim.” Yine bu yemekte Guram Kartozia'nın “Lazuri Tekstebi 2” adlı eseri dağıtılıyor. Ancak ne yazık ki biz kendisinin orada olduğundan haberdar olmadığımız için tanışamıyoruz.

Tiflis'ten dönüş yolunda Senaki'de (Megrelya) bir benzin istasyonunda küçük bir mola veriyoruz. Tesadüfen orada bulunan ve Megrel olan polislerle Lazca konuşuyoruz. Bizi televizyonda izlediklerini söylüyorlar. Orada bulunan bir çocuk ise gelin size Megrelce öğretelim diyor. Fark ediyoruz ki Senaki Megrelcesini, Nakalakevi Megrelcesinden çok daha iyi anlıyoruz. Bir mola da Kutaisi'de veriyoruz. Kutaisi de Batum gibi gayet canlı bir kent. Andriadze bana üç Gürcü alfabesi olduğunu anlatıyor ve bir dilbilgisi kitabı alıp göstermek istiyor. Bu vesileyle Kutaisi'de biraz dolanma imkanı buluyoruz.

Batum'da bir gece konakladıktan sonra sabah yola çıkarken Andriadze bize bir sürpriz yapıyor ve hepimize Tiflis'teki gecede söylenen şarkıların kaydını içeren kasetlerden veriyor. Hemen arabada dinlemeye başlıyoruz. Sarplı kadınlar “Lazi Bozo” adlı şarkıyı söylerken Türkiye'ye dönmek, bu rüyadan uyanmak istemediğimi fark ediyorum. Dağlara bakıyorum önümüzde uzanan, ve deniz, ve sınırlar, gözlerim doluyor kendimi tutuyorum.

Sarpi'ye ulaştığımızda Sarpililerle tekrar buluşmak var olan hüzünlü havayı dağıtıyor. Özellikle Kazım Sarpili gençlerin yoğun ilgisine maruz kalıyor. Telefonlar alınıp veriliyor. Hepsi çok iyi Lazca konuşuyor gençlerin. Orada daha uzun kalmak istiyoruz ancak aynı gün bir kısmımızın İstanbul'a uçmak için havaalanına gidecek olması bizi erken davranmaya zorluyor. Bu esnada Türkiye tarafındaki bilgisayarlarda problem olduğu için giriş çıkışların durdurulduğunu öğreniyoruz. Daha sonra Türkiye'ye geçtiğimizde sadece bilgisayarların bir ara yavaş çalıştığını başka bir problem olmadığını söylüyorlar. Bizi hiç bırakmak istemediler anlaşılan diye düşünüyoruz.

Hopa'ya vardıktan sonra hem hüzünlü hem de sevinçli olduğumu fark ediyorum. Hüzündü çünkü öteki tarafta kardeşlerimizi bırakmıştık. Sevinçti çünkü bu tarafta da kardeşlerimiz vardı. 

*Megrelcede oxori ev ve müştemilatı, ude ise ev anlamına geliyor.

Untitled Document
  Mehmedali Barış Beşli
    Türüt Laz değildir!
    ABU HAYATTIR!
    Popüler kültür ve temel manipülasyonu
    Gürcistana bir yolculuk
    Yakın tarih - Tarih sahnesindeki ilk siluet(2)

    Yakın tarih - Tarih sahnesindeki ilk siluet(1)



..

HORON & TULUM
Horon ve Tulum Kursu

Lazca Kurs
Lazuri Doviguram

KAZIM KOYUNCU (DVD)
Sarkilarla Geçtim Aranizdan - Kazim Için Bir Film

KARAKUTU

   

 
Copyright © 2002-2024 Lazuri.Com | Telif Hakları saklıdır.