FORUM KONUK DEFTERI MOVIE FLASH KLIPLER Lazca Dil Kursu Güzel bir gün / Muhammet Tunçsan / Lazuri.Com
 

GÜZEL BİR GÜN


Muhammet Tunçsan

Bu sabah her güne başlangıçtan daha keyifli hissediyordum kendimi. Gözlerimi açınca ilk yaptığım şey pencereye bakmaktır. Gün aydınlıksa kendimi iyi hissederim. Bazen yağışlı ve kapalı olur. Böyle günlerde keyfim kaçar. Romatizmalarım da vardır. Hava raporu gibidirler. Hava bozmadan benim dizlerim, kemiklerim sızlamaya başlar.

Bugün çok farklı bir gün. Her günden daha keyifliyim. Bu keyfi de nereye borçlu olduğumu bilmiyorum. Yatağımdan kalktım, perdeyi sonuna kadar pencere kenarına çektim. İçeriye bana daha çok huzur ve sevinç veren bir ışık doldu. Pencereyi biraz araladım, içeriye mis gibi bir hava doldu. Gece boyunca nefes alarak-vererek içerisinin oksijenini tüketmişim. Şimdi daha keyifli nefes alabiliyorum.

Akşamdan düzene sokmadığım birkaç şeyi yerli yerine koydum. Üstümü giyindim. Dışarı çıkmak istiyordum. Bugün şöyle biraz uzaklara gitmek istiyorum. Birden aklıma geldi, “Dayı benden önce kalkmamıştır inşallah” diye düşündüm. Dayı'nın koruyuculuğu beni biraz sıkıyor ama ondan hoşlanıyorum. O olmasa ne yapardım. Yaşadığı yerin bir bölümünü bana vermişti. O da bitişikte yaşıyor. Mezarlığın bekçiliğini yapıyor. Herkes dayıyı çok seviyor. Bunu davranışlarıyla belli ediyorlar. Dayı bu ilgiden sebep hiç böbürlenmiyor. Son derece alçak gönüllü davranıyor. Yine derin düşüncelere dalıyor. Buna müsaade etmeyeceğim. Bugün burada oturmak istemiyorum… Üstümü başımı giyinmeliyim. Biraz oramı buramı düzelttikten sonra kapıya yöneldim. Kapıyı açtım ve dışarıya adımımı atar atmaz Dayı ile göz göze geldim. “Günaydın evlat” dedi. Duyulur bir sesle “günaydın” dedim. Dayı'nın hemen yanında oturan Fadime de “günaydın” dedi. Fadime genelde sabahları ben kalkmadan mezarlıkta oluyordu. Dayı'ya alışmıştım da, Fadime'ye alışamadım. Çok karışıyor bana. Çok soru soruyor. Sorduğu soruların hiçbirini bilmiyorum, hatırlamıyorum. Ya da Fadime gerçek bir deli. Beni biri ile karıştırıyor.

Dayı, Fadime ile onun önünden yavaş yavaş yürüyerek geçerken; “bugün çok keyiflisin, seni iyi gördüm evlat” dedi. Arkama bakmadan, “evet!... Dayı” dedim. Fadime konuşuyordu: “Sabah sabah nereye gidiyor bu oğlan?” dedi. Dayı: “Rahat bırak oğlanı” dediğini duydum. Fadime ile Dayı daha neler konuştular duyamıyordum. Mezarlık kapısına yöneldim. Bir süre sonrada kapıdan çıkarak, caddeye çıktım. Oldum olası böyle kendi halinde yürümekten hoşlanıyorum. Hep düşünüyorum “neden ben hiçbir şeyi hatırlamıyorum? Sanki bugün doğmuş gibiyim. Herkesler neler yaşadığını bir bir hatırlıyor. Ben niye böyleyim. Bana ne oldu böyle… Neee… Böyle bir canlı olur mu? Ben kimim, annem, babam yok mu? Buraya, bu mezarlığa nasıl geldim? Dayı'dan ve baş belası Fadime'den başka kimseyi tanımıyorum, hatırlamıyorum. Onları da zaten tam bilmiyorum. Kim onlar? Benimle neden ilgileniyorlar? Dayı iyi de Fadime çok yapışkan. Dayı'ya sordum, “O epeyce oluyor, Doğu Karadeniz'den geldi…” dedi. Önceleri bir mezar başında hep ağlarmış, ben onu gördüm göreli hiçbir mezara yaklaştığı yok. Ne tarafa gitsem hep bana bakıyor gibi geliyor bana.

Fadime ile düşüncelerim yine derinlere gitmeye başladı. Bugün hiçbir şey düşünmeyeceğim. Fadime bile bugün benim keyfimi kaçıramaz. Adımlarımı keyifle aheste aheste atarak yürüyeceğim. Böyle yürümekten çok hoşlanıyorum. Hiçbir şey düşünmeyeceğim. Bugün kafamı hiçbir şeye takmayacağım. Zaten boş olan kafamı iyice boşaltacağım. Eğiliyorum, biraz orasına burasına vurayım, kafamın içinde ne varsa toplaşsın. Hah, şöyle!.. Eğilip, döküyorum. Bu hareketi yapmaktan çok hoşlanıyorum. Çevremde insanlar bana garip garip bakıyorlar. “Deli” diye düşünüyorlar. Her zaman karşılaştığım insanlar zaten bana isim taktılar. “Meczup” diyorlar. Ben bu isimden hiç hoşlanmıyorum. Ama onlarla uğraşamam. Zaten her şeyi karıştırıyorum. Belki de haklılar. Aman söylesinler, umurumda değil. Bugün keyfimi kaçırmayacağım.

Birden kendimi uyur gibi hissettim. Peki bu yürüyen ve düşünen kim? Kalabalık bir topluluk sesi duyuyorum. Şu taraftan geliyor. Ben de o yana gideyim bari. Giderek sesler daha net geliyor. Ben bu sesleri tanıyorum. Bu söylediklerini daha önce duydum ben. Galiba ben kendim gibi olanlara nihayet kavuşacağım. İlk defa bir şeyler hatırlıyorum. Söylediklerini anlıyorum. Onlarda beni anlayacaklar. İşte gözüktüler. Ne çoklar. Ben bu kalabalığı hatırladım.

Yürüdüm ve kalabalığın içine girdim. İnsanların yüzlerine bakıyorum ve kimseyi tanıyamadım. Zaten kimse kimseyle ilgilenmiyor. O tanıdık sözleri sürekli söylüyorlar. Dinledikçe içim bir hoş oldu. Bu sözleri ben nereden hatırlıyorum. Ben ne zaman bunları öğrenmişim. Bunlar ne anlama geliyor. Bu kalabalık insanlar kim? Ben kimim? Sorulardan hiç hoşlanmıyorum ama kendime çok soru soruyorum. Yetmiyor bir de Fadime abuk sabuk sorular soruyor. Bütün bunlar benim için dayanılmaz bir işkenceye dönüşüyor. Ama bugün çok soru sorsam da kendime, moralimi bozmayacağım. Bugün çok güzel bir gün. Başka günlere hiç benzemiyor.

Şu cadde ne geniş. İki yandaki bu apartmanlar ne de yüksek. İnsanın sanki üzerine devrilecek gibi. Uzaktan bu kadar korkunç gözükmüyor. İyi ki mezarlığın yakınlarında bunlardan yok. Orası daha iyi. Her taraf ağaçlık. Fadime ile Dayı'dan başka kimseyi tanımıyorum ama olsun. Ben de onlar gibi, onların söylediğini söyleyeceğim. Bağırıyorum, çevremdekiler de bağırıyorlar. Bir an sanki kalabalığı ben yönetiyorum gibi geldi. Evet, evet, ben ne söylersem onu bağırıyorlardı. Kalabalık çok heyecanlandı. Yeni bir tane de söyledim. Nasıl güzel bağırıyorlar, bugüne kadar böyle bir sevinç tatmamıştım. Bir kez daha bir şeyler söylemek isterken, bir yerinden bir arıza olmuş araç gibi insanlar durdular. Benim de durmam gerekiyordu. Ağzıma geleni söyledim. Daha önce söylediğim gibi “Tek Yol Dev…!” kalabalık yüzünü bana çevirdi.

Bazıları bana kızıyor, bağırıyorlardı. Bir tanesinin sesi kulaklarımda çınladı. “Kim soktu bu meczubu miting alanına, kararlaştırılan sloganlardan başka slogan söylenmeyecek demedik mi?” bana bağıran adamı hiç sevmedim. Bağıran, kızanlardan hiç hoşlanmam. Biri üzerime yürüdü, beni yol kenarına itti. Biri de dokununca çamurlu kanala yuvarlandım. Ne olduğunu anlayamadım. Her yanım çamurlanmıştı. Bana bunları yapanları görmek için başımı kaldırınca, yine onu gördüm. Fadime bir panter gibi kalabalığın üzerine yürüyor, bağırıyor, kalabalık birbirini ezercesine geri çekiliyordu. Fadime çamurlara bulanmış beni kucakladı. “Sen O'sun. Sen mezarda yatan hırsız değilsin, sen devrimci olan çocuksun…” dedi. Yine Fadime çıldırmıştı. Ama bu sefer hayatımı kurtarmıştı. Ama neler söylüyordu. Ne hırsızı, ne devrimcisi. Fadime'nin hayal gücü çok kuvvetliydi. Ama bugün çok ileri gitmişti. Mezardaki dediği, o yıllarca ağladığı mezardan söz ediyordu. Beni gördükten sonra mezara hiç gitmedi. Hiç ağlamadı. Şimdi de ağlıyor. Bir yandan üstümü başımı temizliyordu. Bir an dikkat ettim. Koca kalabalık hiç ses çıkarmıyordu. Bizim sesimiz, Fadime'nin bağırmaları çevreyi çınlatıyordu. Yol kenarına oturdum, Fadime çamura bulanmış kedi yavrusu gibi beni temizlemeye çalışıyordu. Kalabalık donmuş kalmışı. Kalabalığı yönettiği her halinden belli olan biri öne çıktı. Fadime'ye; “Fadime Hala, sen bu deliyi tanıyorsun!” dedi. Fadime, “deli sensin, bu deli değil, yalnız yaşadıklarını hatırlamıyor. O da 30 yıl önce sizin gibiydi. Yalnız bir farkla, o kimseyi çamura yıkmaz, çamura yıkılmışları kurtarmaya çalışırdı…”

Fadime nasıl biriydi? Bu kalabalığı böyle nasıl etkileyebiliyordu? Bu insanların Fadime'ye korku karışık saygı duydukları görülüyordu. Fadime'ye artık direnmemeye başladım. Yaptığı son hareketi ile de güvenimi kazanmıştı. O da bunu anlamış olacak ki; beni hem temizliyor, hem de kalabalığın ileri gelen çocuklarını azarlıyordu. “Ne yaptı size, neden böyle davranıyorsunuz?” dedi. Bir an durdu; “O bugün keyifle kalktı, kahvaltısını yapmadan sokağa fırladı. Belli ki ilk defa bir şeyler hatırlıyordu. O 1 Mayıs'ı bilmez ki. Demin O'nu izledim. Mitingde 30 yıl önceki gibi haykırıyordu. Kimsenin şikayeti de yoktu. Herkes onunla bağırıyordu. Aradan 30 yıl geçti, sizler değiştiniz ama onun toparlayamadığı hafızası değişmedi ki…” dedi. Beni temizlemeye devam etti. Ama sustu. Arkasını da kalabalığa dönmüştü.

Fadime'nin bu tavrı kalabalığı çok etkiledi. Görevliler yürüyüş kolunu yeniden yürütmek için gayret ediyorlardı. Küçük bir grup yürümeye devam ederken, olayı gören, yakında olanlar yürümedi. Dondu kaldı. Fadime beni hala temizliyordu. Sonra koluma girdi; “hadi gidelim…” dedi. Kendine gelen bazı gençler; “Fadime hala, ikiniz de bugün bizimle gelin. Beraberce… Zaten az kaldı iskele meydanına gidelim. Biz bu adamı tanıyoruz. Sokaklarda kimsesiz dolanırken hep görüyorduk, ama senin anlattıklarını yaşadığını bilmiyorduk…” dediler. Fadime kalabalığı dinlemedi. Aksi yöne doğru benim koluma girerek yürümeye devam etti.

Kalabalık öylece duruyordu. Aramızdaki mesafe gittikçe uzuyordu. Bir ara topluca yere oturdular. Biz Fadime'yle düşe kalka yürümeye devam ediyorduk. Bir köprüyü geçtikten sonra yol farklı yöne sapınca, artık görünmez oldular. Biraz meyilli bir yolu güçlükle yürüdükten sonra merdivenli bir yoldan yürüdük. Bu yollar kestirme yollardı. Bu yolları ben kullanamıyordum. Bu yolları Fadime iyi biliyordu. Merdivenli yol yeniden bir asfalt yola çıktı. Yol boyu yürürken önümüzdeki denizi, deniz kıyısındaki gemileri, iskele meydanındaki kum gibi insanları çok net görüyordum. Fadime'ye bitkin bir sesle; “Fadime şurada oturup biraz dinlenelim…” dedim. Hiç itiraz etmedi. Önce beni oturtarak yerleştirdi, sonra kendisi yanıma oturdu. Fadime'nin de gözü kalabalıktaydı. Ne çok insan vardı?

Fadime arda bir bakışlarını uzaklardan çekerek bana çeviriyordu. Bu kadının bakışlarından rahatsız olurdum hep. Bugün bu bakışlar beni eskisi gibi rahatsız etmiyordu. Fadime benim bugün güvenimi kazanmıştı. Çok zeki olduğu belliydi… Bu durumu biliyordu. Nedense fazla sırnaşmıyor, bu avantajını kullanmıyordu. Fadime bir anda sanki gözümde daha bir olgunlaşmıştı. Uzaklara bakıyor, kalabalığı gözlüyor, bana bakıyor, bana baktığı zaman ben de uzaklara bakmaya çalışıyordum.

Fadime konuşmadığı için sıkıldım; “Fadime sen nerelisin” dedim. Gözlerini uzaklardan ayırmadan; “Rize'liyim, sen de Rize'lisin, ama sen hiçbir şeyi hatırlamıyorsun. Biz beraber büyüdük, sen bu aşağıda, seni kanala itenler gibi bir çocuktun. Sonra tutuklandın, yargıladılar ve idama mahkumdun. Bir iki kez seni ziyarete gelmek istedim, sokmadılar. Sonra, idam edildiğini gazeteler yazdı. Ben de o zaman İstanbul'a geldim, araştırdım ve mezarını buldum. Mezarının başında ağlıyordum, ta ki uzun zaman sonra sen çıkıp gelinceye kadar…” dedi. Fadime yine sustu. Anlattıkları çok garipti. Fadime bazen akıllı, bazen de böyle deliriyordu. Beni ölmüş bir adamın yerine koyuyordu. Belli ki, o da çok acılar çekmiş, bazı şeyleri ayırt edemiyordu. Anlattığı şeyler bugün çok ilgimi çekiyordu. Eğer anlattıkları doğruysa, benim idam edilmiş, ölmüş olmam gerekiyordu. Nasıl oluyor da ben yaşıyordum?

Böyle düşünerek, çok uzaklara bakarak sustum. Fadime de suskundu. Fadime'yle kalabalık içindeydik. Onlarla oynuyorduk, eğleniyorduk. Yapılan konuşmaları dinliyorduk. Fadime çok güzel bir kızdı. Elini hiç elimden ayırmıyordu. Hep el ele duruyorduk. Çevremdeki insanları hep tanıyordum. Onlar da çok neşeliydiler. Ne güzel oynuyorlardı, halay çekildi, arkasından tulumcu ortaya çıktı. Tulumunu yavaş yavaş şişirmeye başladı, önceleri çıkan anlamsız ve sevimsiz sesler, tulum tam şişince anlamlanmaya ve kulağa hoş gelmeye başladı. Tulum şişerken oyun ekipleri de küme küme oluşmaya başladı. Tulumcu haydi anlamında, bir ses verdikten sonra, bir oyun makamına giriş yaptı. Oyun kümelerinde, hemen birer oyun başları, horon ekip başları oluştu. O ne yaparsa onu yapıyorlar, sesli olarak da horon başları komut veriyorlardı. Horon uzun zaman devam etti. Fadime ile bende el ele aynı oyun ekibindeydik. Fadime, belinde “ fot´a” sı, basmadan entarisi, çok güzel bir kızdı. Çok da güzel oynuyordu.

Bet bir sesle uyandım. Fadime uzaklara dikili bir bakışla dururken, ben ona yaslanmış bir an uyumuşum. O bet ses de, arkamızdan hızla geçen bir kamyondu. Fadime uyandığımı fark etti. Ama bozuntuya vermiyordu. Aşağıdaki kalabalık yavaş yavaş dağılıyordu. Fadime'ye yaslanarak ne kadar uzun uyuduğumun bir an farkına vardım. Sonra tam tepemizde olan güneş, batmaya yönelmişti. Yaklaşık ikindi zamanlarıydı. Kim bilir kalabalık neler yapmıştı. Hiçbirini izleyememiştim. Kafamı Fadime'ye yaslayarak uyumuşum. Gördüğüm rüyayı Fadime'ye anlatsam mı acaba? “Yo…!” Dedim kendi kendime. Kim bilir ne anlamlar çıkarıp, neler anlatacaktı. En iyisi anlatmamak. Bugün de çok yoğun yaşadım, kafam kazan gibi oldu. Ne düşüneceğimi bilemiyorum. Eskiden yaptığım gibi, kendime bile sorular sormaktan çekiniyorum. Fadime'ye; “hadi kalkalım mı?” dedim. Hiç itiraz etmeden sanki hazırmış gibi; “hadi…” dedi. Yine kalktık yürümeye başladık. Ben daha iyiydim, yürüyebilirdim. Bir an sendeledim, Fadime yine koluma girdi. Ben de itiraz etmedim. Öyle yürümeye başladık. Fadime çok değişmişti. Artık konuşmuyor, gereksiz sorular sormuyor, rahatsız etmiyordu. Onun konuşmasını ben istiyordum ama onu konuşturmak için soru da soramıyordum. Böylece epeyi yürüyerek mezarlığa geldik. Kapıdan içeriye girdik. Mezar taşları yontan mermercinin önünden geçerek kaldığı binanın önüne geldim, Dayı ortada yoktu. Bu saatte genelde Mezarlık Müdürlüğü'nde çalışanlar, onu alışverişe gönderiyorlardı. O da genelde, akşama doğru mezarlıkta olmaz, hep alışverişe çıkardı. Herkesin her işine koşan, son derece çalışkan bir insandı. Tek başına her şeyin hakkından gelebiliyordu. Bilmediği şey de yoktu. Elinden gelmediği işe rastlanmıyordu. Bozulan her şeyi o onarıyordu.

Mezarlığa geldiğimizde Dayı'nın olmadığına ben çok sevinmiştim. Fadime beni odama kadar getirdi. Sabah, düzene soktuğum yatağın üzerine uzandım. Fadime bir süre odada oturdu ve sonra belli belirsiz bir şeyler söyleyerek odadan çıktı. Kapı önünde Dayı ile karşılaştığı seslerden anlaşılıyordu. Dayı Fadime'ye beni soruyordu. Fadime Dayı'ya pek bilgi vermedi. Zaten Fadime'ye bir şeyler olmuştu. Çok az konuşuyordu. Eskiden olsa bezdirircesine konuşurdu.

Biraz sonra Dayı kapıyı açarak odaya geldi. Ben uzandığım yerden doğrulmaya çalıştım. “Hayrola oğul ne oldu, rahatsız mısın?” dedi. “Yo!” diye itiraz edecek oldum, inanmadı. “Bugün bir şeyler oldu” dedi. “Fadime anlatmadı, sen de konuşmuyorsun. Galiba siz yine kötü takıştınız. Sabah çok keyifliydin be oğul…” dedi. Haklıydı. Sabah gerçekten çok keyifliydim. Böyle bir güne hiç gözlerimi açmamıştım. Ama bugün yaşadıklarım da çok enteresandı. Dayı da Fadime gibi bir şeyler söyleyerek çıkıp gitti. Dayı çıkıp gittikten sonra, ben bugün yaşadıklarımı uzun uzun düşündüm. Fadime'yi, Fadime'nin ağladığı o mezarı, mezarda yatan o devrimci çocuğu. Fadime kafayı sıyırmış olmalı, beni devrimci zannediyor. Mezarda yatan çocuğa hırsız diyor. Ben bütün bunlardan hiçbir şey anlamıyorum. Sonra bana ne olmuş? Bir an Fadime'nin dediği doğru olsa, ben o yıllarda çok küçüğüm, onun söylediklerini nasıl yaşamış olurum. Fadime de aslında benim yaşlarımda gösteriyor. Ama her şeyi de biliyor. Beynim çatlayacak gibi oldu. Ne kadar böyle “mali-hülle” yaptığımı ertesi günü hatırlayamadım.

Ertesi günü, bir gün öncesine göre hayli yorgun uyandım. Önceki gün yaşadıklarımı bile üst üste koyarak anlatma gücüne sahip değildim. Bir süre yatağımın üzerine oturarak kendime gelmeye çalıştım.

Muhammet Tunçsan / 14.11.2007

Untitled Document
  Muhammet Tunçsan
    GÜZEL BİR GÜN
    DİLSEVER DÜNYA YARATABİLMEK
    LAZLARI TANIMAK
    UNUTULAN LAZ EVLERİ
    OSMAN NURİ (Karikatür dizi)



..

HORON & TULUM
Horon ve Tulum Kursu

Lazca Kurs
Lazuri Doviguram

KAZIM KOYUNCU (DVD)
Sarkilarla Geçtim Aranizdan - Kazim Için Bir Film

KARAKUTU

   

 
Copyright © 2002-2024 Lazuri.Com | Telif Hakları saklıdır.