Uyari: Bu sayfada Lazca sözcükler için "Alboni Font"(yazı karakteri) kullanılmıştır.
"Windows \ Fonts" dizininde Alboni Font olmayanlar karakterleri yanlış görecektir. Bunun olmaması için
Windows\Fonts dizinine
[Alboni Font'u buradan yükleyebilirsiniz].
Ayrıntılı bilgi için Lazuri Font ya da LazuriPC sayfamızı okuyunuz. |
"Biz Bu Ülkenin Çimentosuyuz"
"Biz bu ülkenin çimentosuyuz", bu tümce milleyetçiliğin, ayrılıkçılığın, bütünleşmenin olduğu her yerde sağduyuyu yeniden harekete geçirmek için bir hatırlatma vurgusu olarak kullanılmaktadır. "Biz bu ülkenin çimentosuyuz." Bu sözü kullanan, azınlık, halk, millet, milliyet yukarıda sözünü ettiğimiz konuların geçtiği yerde birden çimento olurlar. Aslında çimento olduklarının yeni farkına varanlar esas olarak biraz utangaç ve ürkek hareket ediyorlar. Bunlar henüz çimentolaşanlardır. Bunların babaları bu işe "mermer" derdi.
Çimento, mermer muhabbetinin bir başka versiyonunu geçtiğimiz Temmuz ayında, SİMA Vakfı'nın Sapanca'da organize ettiği piknikte yaşadık. Bu pikniğin, Laz kültürünü, geleneklerini ifade etmenin, insanların coşkularını birbirleriyle paylaşmatarının bir aracı olacağını düşünmüştük. Laz kültürü ve gelenekleriyle ilgili olarak yayımladığımız ya da dağıtımını üslendiğimiz, "Lazlar", "Kafkasyadan Karadeniz'e Lazların Tarihsel Yolculuğu", "Nena Murunxi", "Atmaca" ve "Alboni" gibi kitaplanmıza, "Kafkasya Yazıları'nın sayılarını ve Kafkasya kültürüyle ilgili diğer yayınlanmızı da ekleyerek pikniğe katıldık. Amaç, hem kendi okuyucularımızla tanışmak ve hem de kendisıne Laz diyen insanlara, tarihleriyle, kültürleriyle tanışma yolunda bir olanak sağlamaktı.
İlk gözlemlerimiz SİMA'nın kültürel açıdan durumunun hiç de iç açıcı olmadığı yönündeydi. Yayınevimiz tarafından kitabı yayınlanan M. Recai Özgün aynı zamanda SİMA Vakfının kurucularındandı ve pikniğe gelip gelmeyeceği vakfın başkanı tarafından bize soruluyordu. Aynı şekilde A. İhsan Aksamaz ve Selma Koçiva da yine bize soruluyordu. Oysa geleneksel olarak yapılan bu piknikte, Laz kültürü konusunda çalışmaları olan dostlarımıza, sanatçı arkadaşlanmıza organizasyonda yer verilmeliydi ve onlar mutlaka bu alana getirilmeliydi. Ama bu bizim derdimiz olsun...
İlerleyen saatlerde bizim kurduğumuz stand ilgi odağı olmaya başlamıştı. Standlardaki Alboni adlı kitabı* bahane eden iki kişi, kendi kültürüne yabancılaşmış, kültürlerin kendilerini ifadesi yolunda en sıradan girişimleri bile "bölücülük" olarak niteleyen, kendini var eden değerlere, benliğıne yabancılaşmış kendini bilmez, iki ilginç zat kitabın içinde Stalin resmi var diyerek bağırmaya başlamış, provokasyon çıkarmaya çalışmışlardı. Oysa bu kitap Gürcüstan'da Lazca Okullar Direktörü İskender Wiûaşi tarafından hazırlanmış-okutulmuştu. Bizde ise tıpkı basımı yapılmıştı.
Bu iki zat, Alboni'yi, yani yayınlanmış ilk Lazca alfabeyi kaldırmamızı istiyor, satmamıza karşı çıkıyorlardı. Her topluluk içinde çeşitli eğilimler, düşünceler vardır, olabilir. Bu alfabenin satılmasında da, gizli bir plan, bir vatana ihanet durumu, bölücülük keşfetmeleri de onların sorunuydu. Ama orada yüzlerce insanın onlara itiraz etmesine rağmen, bu iki kişi karşı çıkıyordu. Biz bir tatsızlık çıkmaması için vakıf yöneticilerinin, duruma hakim olmasını önerdik. Vakıf başkanı bunun üzerine standımıza yaklaşarak bizden Alboni'yi kaldırmamızı istedi. Orada bulunan bir yönetici (Mecit Çakırusta) dışında herkes hemfikirdi. Anlaşılaçak gibi değildi. Ve halen tarafımızca bu durum anlaşılmış da değildir.
Kimdi bu vakıf yöneticileri? Kimin adına kimin kitabını kaldırtma cüretini gösteriyorlardı. Eğer bir kültür ve geleneğin mirası üzerinde söz sahibi olma istekleri varsa, önce o kültürün sözcülerine kulak vermesini bilmeliler... Pikniğe gelenlerin içinde bu tartışma yaşanırken, onlarca kişi kitabın kaldırılmaması gerektiğini vurguladı. Ne yazık ki bizim adımıza karar verme yetkisine sahip (!) olan SİMA başkanı kendi bildiğini söyledi. Bir Demokratik Kitle Örgütü'ne yakışmayan bu davranış ancak şirket toplantılarında olabilir. Zaten yöneticilerde bu yeri bir şirket olarak görüyorlar...
Kendilerini Lazların yaşadığı bölgelerin kültür ve dayanışma vakfı olarak tanımlıyorlardı. Laz kelimesini ağızlarına almıyorlardı, ama çizdikleri coğrafyadan, kullandıkları isme kadar, durmadan adını ağızlarına alamadıkları bu terimi çağrıştırıyorlardı. Ama sonrasında anlaşıldı ki, kültür faaliyetlerinden onların anladıklarıyla bizim anladıklarımız arasında büyük fark var.
Nitekim piknikte Laz halkının, gençlerin tepkileri de onlara yöneldi. Bir gencin ifade ettiği "burada da okuyamayacaksak nerede okuyacağız" sözleri durumu yeterince açıklamaktaydı...
Sonra vakfın sorunlarıyla ilgili bir toplantıya geçildi. Tabii, toplantı kısa sürede Alboni'nin dolayısıyla da bizim tartışılmamıza dönüştü. Daha doğrusu, toplantıya katılanların çoğunluğuyla, kendisini Laz Türkü olarak tanıtan iki kişinin tartışmasına... Onlara göre Laz yemekleri yiyebilirdik, Horon tepebilirdik, hatta hane halkıyla Lazca konuşabilirdik. Ama Lazca okumak, yazmak olamazdı. Bunlar "tehlikeli" işlerdi.
Anlaşılan SİMA Vakfı yöneticileri de öyle düşünüyorlardı ki iki yıllık faaliyet diye bize, iki adet piknik ve iki adet içkili yemeği anlattılar. Bir de bölgede Lazların ne kadar güçlü olduklarını, pek çok belediye başkanının Laz olduğunu, bu vesileyle ihaleler alabileceklerini anlattılar. Başkan açış konuşmasında "80 üyeniz varsa o kadar dikkate alınırsınız, 800 üyeniz varsa o kadar dikkate alınırsınız." diyerek toplantıya katılanları üye olmaya çağırdı. Bunun nedenine gelince "çevrede başkanlarımız (belediye) soruyor ne kadar üyeniz var diye. Biz rakamı söyleyince bize iş vermiyorlar (ihale demek istiyor), eğer iş verirlerse biz fatura kesip ticari kazanç elde edebiliriz' diyerek tam bir kültür katliamı gerçekleştiriyordu... Zaten 2 yıldır 80 üyeye ancak ulaşabilen vakıf, kendi düştüğü batağa temiz insanları davet ediyordu. biz, bir vakfın yönetim, denetim, disiplin ve onur kurulu üyelerinin sayısını biliyoruz sayın başkan. Yöneticileriniz kendi çevresini, ev halkını bile ikna edememiş, üye edememiş ama muhtarlık, belediye başkanlığı ve hatta milletvekilliğine göz dikmişler... Şimdilik ihale işlerini kovalıyorlar... Eğer zaman bulurlarsa bir adet Laz kültürü ile ilgili broşürü belki basarlar...
Bunun anlamı ne? Anlamı şu: Biz "tehlikeli işler" yapmayalım, Lazız ama bu ayrı bir konu, siz bizi destekleyin, ihalelere girelim, iş alalım, Vakfımız gelişsin, tatil sitesi kuralım, ileride neden olmasın, milletvekili olalım. Ben anlatılanlardan ve bu vakfın faaliyet raporundan bunlan çıkardım...
Nikekim saatler süren ve bizim yayınlarımızın, anlayışımızın tartışıldığı bir toplantıda, o kadar hakarete uğramamıza rağmen, söz almayı başaramadım. Yönetici arkadaş bize söz verme cesaretini ve basiretini gösteremedi.
Toplantı bitti ve vakıf yönetimi fasıl heyeti eşliğinde "Safa geldiniz dostlar" türünden bir şarkıya başladı ve Türk Sanat Musikisinin kıyılarına yelken açtı. Biz bu müziğe karşı değliliz. Ama bu pikniğin adı Laz pikniğiydi. Gözler Birol Topaloğlu'nu, Zuğaşi Berepe'yi aradı... Ama...
Bu piknikten geriye acı bir tat kaldı ağzımda. Kötü organize edilmiş horonlar ve tulum dışında, yaptıkları Trabzon'lu bir türkücünün Türkçe türkülerini gün boyu çalmak oldu. Sonra da fasıla geçtiler. Orada Laz kimliği ve kültürüyle ilgili tek ciddi girişim, bizim yayınlanmız ve Selma Koçiva'nın Lazca şiirleriydi ve onları da engellemeye çalıştılar. Bu piknikten neden bu kadar söz ettim? Çünkü bu girişimi bulunduğumuz yerin, düştüğümüz durumun bir ölçüsü olarak kabul ettim, öyle gördüm. Dolayısıyla da, bir halkın, bir kültürün değerlerini kendilerine payanda yapmaya, rantiye kaynağı olarak kullanmaya çalışanlarla hesaplaşmak, bu türden eğilimleri teşhir etmek ihtiyacı içindeyim.
Bu türden insanlara, örneğin SİMA vakfının bazı yöneticilerine son sözüm şu: Gitsinler İzmit'te bir Laz lokantası açsınlar. Bol bol Laz yemeği yer, üst katta da yılda birkaç kez bir araya gelip horon teperler, sonra da Türk sanat müziği ile efkarlanırlar, ama hepsi bu kadar. Laz kültürünü işlemek, Laz kimliğini ifade etmek, bu kültürün ve kimliğin zenginliklerini hayata aktarmak, başka kültürlerle bu çerçevede bir alışverişe girmek gibi sorunlar onları aşar. Çünkü her şeyden önce durdukları yer, hayata bakarken sahip olduklan kaygılar, amaçları buna engel.
Geldiğimiz aşamada, Lazlar şu soruların karşılığını vermeli: Ben kimim? Ben hangi kültürden geliyorum? Bu konuştuğum dil, nasıl bir dildir? Tarihsel kökenlerim nelerdir? Ve bunları sağlıklı bir temelde tanımlamanın yolları nelerdir?
Bu yönde adımlar atıldı ve sürüyor. Bu, somut olarak Ogni süreci ile başladı, bugün de bizler yine aynı çabayı sürdürmeye çalışıyoruz. Amacımız ne? Kimse, olmayacak sonuçlar çıkarmaya, paranoyakça bağlantılar kurmaya kalkmasın. Bu gülünç olur. Globalleşen dünya söyleminin bu kadar kullanıldığı bir zamanda, isteklerin, amaçların ulaşacağı en uç nokta bile bellidir; bu, en kısa tanımıyla Laz kimliğinin diliyle, tarihiyle, gelenekleriyle, folklorik boyutlarıyla açığa çıkarılması, zenginleştirilmesidir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, etnik olarak Türk olmamak, tamir edilebilecek bir durum olarak görülüyordu! Bir insanın etnik kimliği neden hata olsun? Laz olmak suç mudur? Ben Lazım demek, Lazca konuşmak neden tehlikeli olacakmış? Laz kültürünün en önemli özellikleri, horonu ve fıkralara konu olarak folklorik özellikleri midir? Gerçekten böyle midir?
Elbette hayır. Laz aydınları olarak yapmamız gereken yemek, içmek ya da rantiye kavgalarından uzak, gerçek bir vakfı, gerçek bir enstitüyü veya kültür merkezini kurmak ve sağlıklı bir çerçeve oluşturarak çalışmaktır. Bir an önce böyle özverili çalışmalar için biraraya gelmeliyiz. Laz yemeklerini elbette yiyeceğiz, tulum eşliğinde horon da tepecek, fıkralar anlatarak güleceğiz, piknikler toplantılar düzenleyeceğiz. Ama bunlar etkinliklerimizin birer boyutu olacak. Temelde ise bilimsel bir çalışmanın örgütlenmesi yatmaktadır. Geniş zamanlı bir dil olarak Lazcayı, arkaik bir düzeyden çıkarmak, bir edebiyat dili haline getirmek, olmayacak şey değildir. Ve bunu biz yapmayacaksak kim yapacak?
Kaldı ki, SSCB'nin ilk yıllarında basılmış ve okutulmuş olan Lazca ders kitaplarına ve ilgili dilsel materyallere ulaşmak artık çok kolaydır. Gelişen teknoloji, bilgisayar, internet, diskler, cd.ler, aklın hükmettiği bir alanda, Lazcanın korunup gelişmesine katkıda bulunacak.
Tersi durumda bizim yaşadığımız sıkıntıları çocuklarımız başka bir açıdan ve daha kötü bir biçimde yaşayacak. Bugün büyük bir çoğunluğu, genel kültürel çözülmenin bir sonucu olarak kimliğini tanımlayacak, kültürünü ifade edecek durumda değil ve daha kötüsü yerine koyabildikleri bir alternatif de yok.
Bugün, şehir kültürü denen şey gerçekte, 1950'li yıllardan bugüne kadar uzanan çarpık kentleşmenin sonucu ortaya çıkan aynı oranda çarpık bir kültürdür. Bu, sokak dilinden yemeğe, müzikten genel yaşama biçimine kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturuyor ve sarmaladığı insanı onulmaz bir yabancılaşmaya, yaratıcı ideallerden ve dinamizimden uzak bir boşluk durumuna itiyor.
Gerçekte binlerce yılın ülkesine egemen olan tablo bu olmamalıydı tabii ki. Ama kültürel oluşumun temelinde yerel kültürlerin yadsınması yattığından, olası bir zenginliğin yolu daha baştan tıkanmış oluyor. Geriye oldukça yoz ve sınırlı bir dil ve çeşitli yerel kültürlerin oldukça geri düzeyde harmanlanmasından kaynaklanan bir yaşama biçimi kalıyor.
Artık, ne yapmalıyız sorusunu sormak iyice anlamsızlaşmakta. Yapacağımız şey, bir enstitü kurmak ve Lazcanın, Laz kültürünün sorunlarını bilimsel bir temelde tanımlamak, çözümleri de yine aynı yöntemle üretmektir. Önemli olan ilk adımı atmaktır diye düşünüyorum. Gerçekte, Ogni bir ilk adımdı. Şimdi diğer adımlarda sıra. Sağlıklı olan, eksik de olsa doğruyu söylemek, sadece birşeyler yapmış görünme, bir şeyleri söylemiş olma isteğinden kaynaklanan, yanlışlıklardan sakınmaktır. Kuşkusuz yapacağımız şey, bir anlamda iğneyle kuyu kazmaya benzeyecek. Ama uygulamada yapabileceklerimizin, hiç de az olmadığını göreceğimizi düşünüyorum. Burada, Macar asıllı İngiliz akademisyen Bayan İldiko'yu örnek vermek istiyorum. Ardeşen' de üç yıl yaşadıktan ve Laz kültürünü inceledikten sonra, Laz kimliği ve kültürü hakkında, ileride, D.Karadenizde Tarih ve Efsane adıyla yayımlayacağımız, mükemmel çalışmalar yapmıştı. Yani biz çalışmaya başlayınca, yapacak çok işimiz olacak.
Çocuklarımızın yanlış rüzgarlara kapılmasını istemiyorsak, kendi rüzgarlarımızı estirmekten başka çözüm yok. Kültürümüze, kimliğimize sahip çıkmalı, geliştirmeli ve bunu Türkiye'ye hediye etmeliyiz. Yoksa Lazca yazıp çizmek bir hayal olmaya devam edecek ve insanlarımız, kökenlerini açıklamak için, "Rus Göçmenliği", "Pontos Dönmeliği", "Gürcü Lazlar", "Megrel bozması" gibi, her biri ötekini çizen, tanımlamalara sığınmaya devam edecektir.
__________________________
* Tartışmalara konu olan kitap: Ilk Laz alfabesi 1929 'da basılmıştı. Alboni, 1935'te Sohumi' de, onun geliştirilmiş hali olarak yeniden yayınlandı. Daha sonra Stalin döneminde Lazca eğitime son verilince yasaklandı. Türkiye baskısını biz yapmadık. Dağıtımını da biz yapmıyoruz. Ama bizim kitaplarımızla birlikte pikniğe götürmekte ve satmakta sakınca görmedik
Lazuri.com
|