Tekel işçilerinin ikinci ayına yaklaşan direnişi, işçi sınıfına ve emeğin
tarih yapıcılarına, uzunca bir süredir teorik ezberler dünyasında kaldığı için
giderek ‘silikleşmeye’ başlayan son derece önemli bir şeyi yeniden hatırlattı;
ulusal ve uluslararası düzeyde etkin bir dayanışma yoksa, emeğin ve insanlığın
özgür geleceğini unutun!..
Tekel direnişinin 52. gününde, 81 ilde gerçekleştirilen ve sınıf dayanışmasının
stratejik önemini yeniden bilince çıkaran 4 Şubat eylemini, bu işleviyle, emeğin
seyir defterine kaydedilmeyi hak eden tarihsel bir eylem saymak lazım…
Tekel işçilerinin inatçı direnişi ve 4 Şubat dayanışma eylemi iktidarı feci
şekilde öfkelendiriyor. Meşruluğu ve haklılığı tartışılamayan işçi direnişi
yalnızca ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde de ilgi ile izleniyor ve
destekleniyor. Gündem yaratmayı yalnızca kendi işi sayan iktidar, emeğin kendi
gündemini yaratmasına tahammül edemiyor. “Ergenekon, darbe, ‘demokratik açılım’
gibi meselelerle uğraşırken nereden çıktı şimdi bu işçiler” diyen iktidar, bunca
ilgi ve destek gören işçi direnişine saldırmayı şimdilik göze alamıyor.
İktidarın saldırması için, direnişçi işçilerin hiç değilse bir bölümünün
direnişten vazgeçirilmesi, dayanışmanın zayıflatılması, direnişteki işçilerle
dayanışma ilişkisi kurmuş sol hareketler ve sivil toplum örgütleri üzerinden
‘kışkırtıcılar’ propagandasının yapılması gerekiyor ve bunlar yapılmaktadır;
iktidar bu konuda yoğun bir ‘çalışma’ içerisindedir…
Direnişin, sağcı – solcu düzen partilerinin ve medyanın ilgisini çekmesi,
hükümet karşıtı sistem içi güçlerin pragmatik siyasetleri ile de açıklanabilir
elbette, ama bu işte, işçilerin benimsedikleri Gandi usulü pasif direnişin de
önemli bir yer tuttuğunu görmek lazım.
Tekel işçileri, kadın – erkek, çoluk – çocuk hep birlikte barışçıl bir direniş
sergiliyorlar; açlık grevi yapıyorlar ama kırıp – dökmüyorlar ve bu direniş
tarzı, düzen partileri ile bazı sendikacıları mutlu ediyor.
4 Şubat dayanışma eyleminde bir konuşma yapan Türk – İş Üçüncü Bölge
Temsilcisi’nin sözlerinde de bu mutluluğu görmek mümkündür; “ Tekel işçisi bize
çok şey öğretti, onlara buradan teşekkür ediyoruz. İlk olarak bir araya gelmez
denilen bu kadar sendikayı ve konfederasyonu bir araya getirdi, sınıf
dayanışmasını sağladı, öncelikle bunun için teşekkür ediyoruz. İkinci olarak
istihdam modellerini tartışmaya açtı. 4B, 4C, sözleşmeli, taşeron çalışma
modellerinin hepsine karşı mücadeleyi anlattı. Üçüncü olarak tekel işçisi,
kırmadan, dökmeden, sınıf ahlakıyla mücadeleyi öğretti, bütün bunlar için onlara
teşekkür ediyoruz.”
Emeğin mücadele tarzında ‘sınıf ahlakı’ üzerine vaaz veren sendikacının,
iktidar, direnişteki işçilere saldırdığında, bir başka ifadeyle ‘kırıp dökmeye’
başladığında ‘sınıf ahlakıyla mücadele’nin içeriğini nasıl dolduracağı
‘bilinmez’ ya, emeğin mücadele tarihinden çıkan aleni gerçek şudur; emeğin
mücadele tarzı ve ‘sınıf ahlakı’ meselesi, sınıf mücadelesinin ulaştığı düzeyle
doğrudan ilgilidir. Emeğin sömürüsünü disipline eden devlet iktidarı, tarihsel
açıdan meşru ve haklı bir mücadele sürdüren emeğe karşı ‘kılıç’ kullanmaya
başlamışsa, emek güçlerine, açlık grevi ve ‘barışçıl nümayişler’ ile direniş
tarzı yetmeyebilir ve dahi emeğin ‘sınıf ahlakı’ bozulabilir!...
Sadık Varer
Lazuri.com / 05.02.2010